Son zamanlarda millet olarak hemen herkesin bir şeylerden şikâyet ettiği bir devri yaşıyoruz.
İnsanlara okullarda taş devri, maden devri, bilim devri, teknoloji devri ve daha pek çok isimlendirilen devirler, dönemler yaşadığı öğretildi.
Ama galiba şu zamanda bize hiçbir zaman öğretilmeyen ve adı savrulma olan bir dönemi yaşıyoruz.
Şu ana kadar hemen hiç kimsenin tahmin bile edemediği bu enteresan dönemde, insanlar inanç ve itikat olarak, fikir ve düşünce olarak, ekonomi ve siyaset olarak hatta aile birliği olarak tam anlamı ile bir dağılmanın ortasında kalmış durumdadırlar.
Değişen hayat şartları karşısında insanların siyaseten ve ekonomik olarak savrulmaları bir yere kadar mazur görülebilir.
Ancak ailevi olarak özellikle de inanç ve itikat olarak savrulmalarının hiçbir mazeretinin olamayacağına inanıyoruz.
İnanmıyoruz veya inanamıyoruz desek de fikrî ve siyasî olduğu kadar, hatta ondan daha fazla inanç ve itikat olarak yaşanan savrulmalar sonucunda tuhaf bir meşrulaştırma mekanizması ile karşılaşıyoruz.
Bu tuhaf meşrulaştırma mekanizmasına siz savunma psikolojisi de diyebilirsiniz.
Tamamen karşıdaki kişiyi ilzam etmeye dönük olarak devreye giren bu savunma psikolojisi ile görünürde galibiyet elde edilmese bile en azından mağlubiyet psikolojisinin oluşması engellenmek isteniyor.
Ancak her sıkıştığımızda devreye giriveren bu mekanizma düşünüldüğü gibi bir anlık bir olay da değildir.
İnsanların karşısında galibiyet elde etmek veya en azından bulunduğu pozisyonu korumak adına devreye alıverdiğimiz bu savunma psikolojisi aslında tam teçhizatlı bir mekanizma olarak olay olup bittikten sonra bile bilinçaltında sürekli olarak çalışmaktadır.
İnsan karşılaştığı durumu ve münakaşa ettiği kişileri unutmuş görünse bile bilinçaltında çalışmaya devam eden bu mekanizma sonrasında karşısındaki kişileri veya fikirleri yok etmeye imkân bulamasa bile onları değersizleştirme ve pasifleştirmeye çalışmaktan kendini alamamaktadır.
Böylece karşısındaki kişi veya fikri bir daha karşısına çıkamayacak derecede değersizleştirmeye çalıştıkça da karşısındakinden önce kendi düşünce ve zihniyetini değersizleştiriyor sonucunda da tabir caiz ise bir değişim ve dönüşüm yaşamaya eviriliyor.
Sonuçta ulaştığı ve yaşama haline dönüştürdüğü bu yeni hali ise zihniyet dönüşümü olarak adlandırmak mümkündür.
Şu ana kadar biraz soyut gibi kalan sözleri müşahhaslaştıralım:
Karşısındakini alt etmek için başvurulan savunma mekanizmasının birinci aşaması, bir yerlere ait olduğunu ispatlama gayretidir.
Bunun nedeni savunduğu fikirlerde yalnız olmadığını ve birlikte olduklarını yerine göre bir baskı unsuru olarak kullanabileceğini muhatabına hissettirmektir.
Savunma mekanizmasının ikinci aşamasının giyim kuşam ve mesken tercihleri nedeniyle görünür olmak veya görünmeyi tercih etmek olduğuna inanıyoruz.
Böylece daha önce mensubu olmadığı çevre veya mahfiller tarafından kabul edilebileceği gibi karşısındakileri kendisini kabul etmeleri için eski inanç ve savunduğu ilkelerinde değişiklik yapabildiğine inandırmak yolunu seçmiş olur.
Savunma daha doğrusu savrulma mekanizmasının bir diğer aşaması ekonomik hayat ve siyasetteki durduğu yeri değiştirme gayretinin öne çıkarılmasıdır.
Küresel sistemin post modern politikalar üzerinden bütün dünyayı yeniden inşa etme planına uygun olarak ekonomik ve siyasi alanda varlığını ortaya koyabilmek için yaşanan savrulmaya bu zamanda kendini yeniden inşa etme de diyebiliriz.
Ekonomik ve siyasi olarak kutsadığı mahfillere yakın olmak suretiyle var olabileceğine inanan insanlar tam anlamı ile bir hafıza kaybı veya öncesizlik hali diyebileceğimiz bir duruma dönüşerek dünyevi makamlar ve değerler elde edebileceğine inanarak siyaseten muhalifinden beslenen canavarlaşan bir sistemin parçası olup çıkmaktadır.
Bu durumu biraz daha somutlaştıracak olursak karşımıza tarihini bilmediği için Lozan’ın şehir bile olduğunu bilmeyen, antlaşmanın bir maddesini bile okumamış ancak kulaktan dolma bilgilerle Lozan antlaşmasının gizli maddeleri olduğunu ve anlaşmanın 2023 de yürürlükten kalkacağını savunacak kadar biri çıkar.
Ya da köyde gördüğü kıvrım şekli incecik kabuklu, bol etli ve çekirdekli yapısı ve damakta bıraktığı müthiş aroması için üretilen domatesin yerli tohumdan üretilmesinin yasaklandığını bilmeyen ancak ata tohumu diye geyik yapan bir şehirli çıkar karşımıza.
Yaşadığı her savrulmada kendisi ile çatışan fakat kendisine bir meşruiyet alanı oluşturabilmek için yeni yeni savrulmalar yaşadığı için kendisine dayatılan post modernizmi içselleştiren bir insan tipini tanıtmaya çalıştık.
Sürçü lisan ettikse affola.
FARKINDA MIYIZ?
“Allah'tan(cc) başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilseler.”
Ankebut Suresi 41. ayet meali