Savaşlar milletlerin dönüm noktaları olup, bazen var olma bazen de yükselme trendine ulaşma gayretleridir. Elbette savaşın maliyeti korkunç bir o kadar da yüksektir. Can kurulur canlar pazarında, ister kılıçla, ister silahla, isterse bomba ile olsun sonuçlar hep ağır olur. Şehitler arkalarında gözü yaşlı anne-baba, kardeş ve de yetimler bırakırken bu acıları anlatmağa yürek dayanmaz.
Şurası muhakkak ki, gerektiğinde de meydan da kaçılmaz. Bu da hayatta kalma, ulusal cephelerde söz sahibi olmak için gereklidir. Tıpkı günümüzde yedi düvelle masada, cephede mücadele verdiğimiz gibi.
Çarşamba günü kutladığımız 949. Seney-i devriyesinde yine o günleri hatırlayıp Malazgirt Savaşı’nı kutladık, ardından 30 Ağustos Pazar günü ise Zaferin bu yıl 98'inci yılı kutlanmış olacağız. Kısaca Malazgirt Savaşı nasıl nerede gerçekleşmiş hatırlayalım; Malazgirt Savaşı, 26 Ağustos 1071’de Muş’ta bulunan Malazgirt Ovası’nda meydana gelmiş, Selçuklu Sultanı Alparslan ve Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen arasında gerçekleşmiş, Anadolu’nun Türk’lere yeni yurt olmasını sağlamış olan meydan savaşıdır.
Selçuklular, İç Asya’da henüz yeni kurulmuş bir ülke durumundaydı. Gazne Devleti’ni yıkarak topraklarına ve saltanat varlıklarına sahip olup güçlenen Selçuklular, zamanla bölgesinde hakim bir güç haline gelince Doğu Roma ile komşu olmuştu. Doğu Roma, her ne kadar siyasi olarak Anadolu’nun hükümdarı durumunda ise de Anadolu toprakları sosyal ve kültürel açıdan Doğu Roma medeniyetine tabi durumda değildi. Doğu Roma bünyesinde yaşayan Ermeniler, Kürtler, Gürcüler, Abazalar, Slavlar ve Bulgar / Hazar Devletleri döneminde Trakya bölgesine yerleşen Peçenek ve Uz Türkleri, Roma Devleti içerisinde hem azınlık olarak yaşamakta hem de Paralı Asker olarak görev almaktaydı. Doğu Roma İmparatorluğu, bu azınlıklar üzerinde siyasi ve askeri baskılar kurmakta ve coğrafyayı politik olarak yönetmekteydi. Bu bağlamda Roma kökenli olmayan bu toplulukların Doğu Roma otoritesi altında yaşaması bir tercih değil zorunluluktu. Bu sebeple Doğu Roma sınırlarını kaleler ve surlarla korumuyor, ileri karakollarla ve toprakları üzerindeki olası tehditlere karşı asker sevk ederek hakimiyet sağlıyordu.
Selçuklular, Malazgirt Savaşı’ndan önce yeni sınır komşuları Doğu Roma’ya sık sık gaza seferleri düzenliyorlardı. Zira Anadolu hem verimli ve zengin topraklarıyla ideal bir coğrafyaydı hem de İç Asya neredeyse tamamen İslamlaşmıştı. Selçuklular hem İslam’ın yayılması hem de verimli coğrafyalara yayılma politikasıyla Doğu Roma’yı hedef olarak belirlemişti.
Her iki tarafta da tüm hazırlıklar tamamdı. Alparslan, din alimlerinin de tavsiyesiyle muharebeyi Cuma günü 26 Ağustosta yapmaya karar verdi. 26 Ağustos Cuma günü Ordusuyla birlikte Namaz kıldı ve dua etti;
“Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret.”
Roma ordusu darbe aldıkça zayıflıyordu ve moral olarak çöküntüye uğramıştı. Frank, Norman, Slav ve Gürcü birlikleri savaş meydanından kaçtılar. Hatta Roma Ordusunun esas güçleri olan Hassalar ve Seçkin birlikler bile küçük gruplar halinde savaş meydanını terk ediyordu. Yaralı askerler ve kendisine bağlı küçük bir askeri birlikle kalan Romen Diyojen, daha fazla dayanamayıp yenilgiyi kabul etti ve askerleriyle birlikte yaralı vaziyette esir alındı.
Türk Milleti olarak şanlı bir tarihe sahibiz. Allah’ım bu aziz millete bundan sonrada hiçbir yenilgi göstermesin inşallah.
Cumanız mübarek olsun. Allah’a emanet olunuz.