Şaşılık, körlük ve sağırlık

Süleyman Küçük

Müslümanların 20. Yüz yılla birlikte kavuştukları maddi zenginlikle beraber gelen konforun neticesi nedir diye sorulduğunda verilecek en baş cevabın şaşılık, körlük ve sağırlık olduğu söylenebilir.

Bunun için de gerçek ulemanın susturulduğu,  ilim adamı olarak bilinenlerin politik birer figür haline dönüştürüldüğü, siyasetçilerin ise alabildiğine konuşturulduğu bir toplum yapısına kavuşması için ellerinden geleni yaptıkları ortadadır.

Bu toplum yapısı öylesine bir değişimi beraberinde getirmiştir ki toplumun sosyal ve siyasi talepleri ve sorunlarının çözüm yeri olarak gösterilen siyasetin kamusal alanını genişletmiş ve hatta Müslümanların dini sorunlarının bile çözüm yeri siyaset olarak görülmeye başlanmıştır.

Bu toplum yapısının sözde âlimleri teknokratlardan, gazetecilerden ya da siyaset adamlarından transfer edilerek oluşturuldu.

Ya da âlim ve entelektüeller olarak seçilenlerin her şeye karar veren siyasetçilerin belirlediği manevra alanından çıkmamakta siyaset ehlinden bile daha itaatkâr olması yeterliydi.

Aslında dini sorunları çözme yeri gibi gösterilen siyasetin yapısı gereği dini sorunları çözmekten daha çok din ile yapılan kavganın baş aktörü olduğu toplumdan gizlendi.

Bunda sözde din âlimlerinin laik siyasete ve dindar görünen laik siyasetçilere karşı her zamankinden daha fazla hürmetkâr bir tavır alması ve laik siyasetin sorunların çözüm yeri olduğunu topluma dayatmaktan kaynaklanmıştır.

İslâm’ı açık veya gizli yollarla yok etmek isteyenlerin tarih boyunca bir türlü elde edemedikleri bu sözde âlim takımı eliyle dini olduğundan farklı bir şekil ve muhtevaya kavuşturmaları için din topluma bu sözde âlimler eliyle öğretilmeli ve uygulanmalıydı.

Bunun için de yurt içinden ve yurt dışından peydahladıkları insanlara bedel ödetmekten geri durmadılar.

Faturası ne olursa olsun diyerek başladıkları bu ifsat hareketleri sırasında elbette kendileri de bir miktar bedel ödemekten geri durmadılar.

Ancak ödedikleri bedel de misli ile bu toplumdan geri alındı.

Maddi alanda ödedikleri bedelden daha fazla manevi alanda kaybettikleri ile.

Maddi alanda kaybedilenler bu toplumun ortak zenginliğinin kaybı anlamına geliyor olsa da yerine konulabilir şeyler olduğu için manevi alanda kaybedilenlerden daha önemsiz gibi görülmektedir.

Çünkü toplumun sözlerine değer verdiği ve dinini öğrendiği gerçek âlimler yerine topluma dinlerini öğrenmeleri gereken bir kişi olarak tanıtılan sözde âlimlerin birçoğu dini bilmeyen ve kâfirler gibi yaşamayı dinin gereği gören kişilerden seçildi.

Bu kişilerin sözlerini kaynak olarak gösterdikleri tabir caiz ise büyük hocaları olarak tanıtılan kişiler hemen hepsi ya Müslümanların içinden alınıp eğitilip bir yerlere monte edilen veya kullanılmaya elverişli, toplumu aşağılamaya müsait, şahsiyeti henüz tam oluşmamış kişilerden ya da yabancı kaynaklı müsteşriklerden oluşturuldu.

Artık Müslümanlara dinleri olan İslamiyet’i İslam Dinine inanmayan yerli ve yabancı düşmanları ile kâfir müsteşrikler tarafından öğretilir olmuştu.

Bu yeni din eğitimi kurumlarıyla Kur’an’ın ve Sahih Sünnetin doğru anlaşılmasının ve yaşanmasının yolu olan hak mezhepler ortadan kaldırılmış ve Müslümanlara dini bilgi yerine fikir anarşisinin hâkim kılındığı ekoller ve fraksiyonlar tarafından icat edilen bilgiler monte edilmiştir.

 Bu hedeflerini gerçekleştirebilmek için Kuranı Kerimin lafzını bozamayacaklarını çok iyi bildikleri için Ayeti kerimelerde geçen mefhumları alt üst edecek ve bunun için de müteşabihlerin peşine düşecek İlâhiyatçı ve şarkiyatçı İslâm âlimleri yetiştirtilmekte hiç zorlanmadılar.

Çünkü Kurandan sonraki en temel kaynak olan Sahih Sünnet ve Hadileri kaynak alan mezhepleri hedeflerine varmalarına en büyük mani olarak gördükleri için bu ilahiyatçı ve şarkiyatçı hocalar eliyle Mezhep imamlarına(rha) ve takipçileri olan İslam âlimlerine saldırdılar.

Oluşturdukları siyasi ve ekonomik yapı içinde Sahih İslam hariç her türlü dini anlayışa açık ilahiyatçı ve bilim adamı ünvanlı kişilere bütün bir toplumu talebe yapma girişimlerine paralel oluşturdukları veya geliştirdikleri siyasi şartlara da dinler arası diyalog ve Büyük Ortadoğu Projesi adı verdiler.

“Deveyi Yardan Uçuran Bir Tutam Ottur” atasözünde ifade edilen şuursuzları da ellerindeki bir tutam otu Müslümanlara faydalı olacakmış gibi göstererek de politika ve bilim cephesindeki kurşun askerleri devreye sokmak onlar için zor olmadı.

Sonuç başı sonu belli olan indirilmiş İslamiyet’i “katı ve zorlaştırılmış” göstererek uydurdukları ve başı sonu asla belli olmayan dini ise duruma göre önce elde tutulamaz cıvık bir sıvı sonra da tamamen gaz haline sokularak buharlaştırılacak ve yok edilmiş olacaktı. 

Geçmişte bunlar hep yapıldı ve İslâm âlimleri  olarak tanıtılan yerli ve yabancı müsteşrik Müslümanlar eliyle halen de yapılmaya devam ediliyor.

28 Şubat post modern darbesi neden yapılmıştı dersiniz?

Kimin desteğiyle derseniz: Şaşılık, körlük ve sağırlık içinde olanların desteğiyle.

FARKINDA MISINIZ?

Yaşananlara karşı menfaatlerini kaybetmemek adına gözünü kısarak veya şaşı bir şekilde bakanların İslam ve Müslümanlar için arz ettiği tehlike, yerli ve yabancı müsteşrik Müslümanların(!) verdiği zarardan daha fazladır

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.