Hayat, sarmallar yumağı. Dipsiz kuyu… Derin bir mâcera… Kimi zaman hazince yürümek taşlı dikenli yollarda kimi zaman sürûrla uçmak sonsuzluk âleminde… Bazen bütün kapılar kapanırken yüzümüze belki de açılır sırlar dünyâsının tüm kapıları üstümüze… İnsan bu çetrefilli dünyâda îmânıyla ayakta kalıyor. Hakikaten îman, insan için en büyük hazinedir. Evet, îman bir hazine değerinde… Dünyânın çekilmez diye nitelendirilen problemlerine, nice sıkıntılara, içinden çıkılmaz dertlere ancak îmânın verdiği güçle mukâvemet gösterilmiyor mu? Îmansız hayat yaşanmaya değmez bir süreçtir. Hayat sâdece îmanla kıymet buluyor.
Dünyâ âleminde insanın başına gelen iyi veya kötü adına ne varsa hepsi ama hepsi bir imtihan sırrınca gerçekleşiyor. Herkesin imtihânı farklı. Ama bâzen birbirine benzerleri çıkabilse de her insan ayrı şeylerle deneniyor. İnsanlar hayat dershânesinde başlarına gelen sıkıntı ve üzüntülere gösterdikleri performansla ahreti kazanma adına başarı ya da başarısızlık sergiliyorlar. Bugünkü âlemin değişmez kânunu bu!
Cenâbı-Hak bâzı insanları bu dünyâda bir türlü güldürmüyor. Dert üstüne dert veriyor... Sıkıntı, hastalık, ölümler en ağırından imtihanlar geliyor da geliyor. O (c.c) böylece kullarını deniyor. Öbür âlemde güldürmek üzere sevdiğine çile veriyor, mühlet verilen bir süreç sunuyor önüne. Geçici olan dünyâ âlemi yerine ebedi âlemde her dâim gülmek kâr üstüne kâr değil mi?
Romanlar çoğunlukla gerçek hayâtın kendisini anlatırken kimi zamanda hayal birikimleri olabiliyor. Ancak her ne kadar hayal birikimi gibi gözükse de anlatılan hayat insan hayâtıdır. Roman kahramanları da insanın ta kendisidir. İnsanda koskoca bir kâinat gizlidir. İnsan yüce bir ‘nefha’dan üflendiği için o, rûhuyla yüce bir varlıktır. Onun hisleri, duyguları, fikirleri, davranışları ehemmiyetlidir… Davranış(=amel) var cenneti gamzeder, davranış var cehennemi resmeder… Cenneti muştulayan davranışlarsa ne güzel!
Her insan mâzisinde aldıklarıyla hayâtı götürür. Sevgi ortamında büyüyenler sevgi ve muhabbet sergilerler. Sevgisiz ortamlarda büyüyenler ise bir türlü etraflarına sevgi gösteremezler. Haşin, gaddar, merhametsiz ortamlarda yetişenlerde ayni davranış bozuklukları görülür. Buram buram mâneviyat kokan iklimlerde şekillenenler her ne kadar o demlerde pek hoşlanmıyor gibi olsalar da hayâtın daha ilerleyen safhalarında çocukken veya gençken alınan o değerli birikimlerle olumlu davranışlar geliştirirler. Ne kadar geçimsiz, aksi, huysuz veya sessiz, çekingen, ürkek kişi varsa hepsinin arkasına ya da geçmişine baktığımızda o hâlin oluşmasına zemin teşkil eden hâdiselerin olduğunu görürüz.
Ancak her ne olursa olsun hayat denen zaman dilimi içerisinde insanın başına gelen her olay onun olgunlaşmasına vesiledir. Dertler çoğu insanı pişirir, kemâle eriştirir. Olgun ağacın meyvesi de olgun olur. Dert insanı Hakk’a yaklaştırır. Gerçek aşka, gerçek sevgiliyle vuslata götürür. Kişiyi isyâna sürüklemezse dert güzeldir dostlar!..
İçimizde dertleriyle kol kola huzurluca yaşayan nice isimsiz kahramanlar vardır. Onlar kendilerini belli etmezler. Onları simâlarından tanırsınız. ‘Altının değerini sarrafı bilir.’ Yahut; ‘Damdan düşen damdan düşenin hâlini anlar.’ Misâlince muhataplarınca onlar anlaşırlar. Derdi ancak dert çekenler bilirler.
Başa dönersek; romanlar gerçek hayâtı yansıtan eserler dedik. Huzeyme hanımefendinin yeni romanı da ayni hakikati anlatıyor. Çetin, çetrefilli bir ailenin dramı bu! Hayat imtihânında gençlik safhasının en güzel çağlarında kendini aşan sıkıntılarla boğuşan bir aile reisinin mâneviyat dolu benliğiyle, îmân gücüyle nasıl veli derecesinde davranışlar sergilediğine şâhit oluyoruz romanda. Ahlâkî zâfiyet içerisinde olan bir ortamda çocuklarını İslâmî terbiyeye göre yetiştirebilme gayretinde olan hem anne hem baba vazifesi icra etmeye çalışan seçkin bir insanın hikâyesi bu…
Usta kalem bu seferde böylesine hazin ve sürükleyici bir hayat hikâyesiyle karşımıza çıkıyor. İfâde tarzındaki kelime armonisiyle, cümlelerdeki eşsiz âhengiyle Huzeyme hanımefendi yine bizleri kalemine hayran bırakıyor. Kendisine yaraşır bir eser. Kutluyoruz kendisini. Bizlere daha nice güzel eserler sunması temennisiyle…
Dünyâ âleminde insanın başına gelen iyi veya kötü adına ne varsa hepsi ama hepsi bir imtihan sırrınca gerçekleşiyor. Herkesin imtihânı farklı. Ama bâzen birbirine benzerleri çıkabilse de her insan ayrı şeylerle deneniyor. İnsanlar hayat dershânesinde başlarına gelen sıkıntı ve üzüntülere gösterdikleri performansla ahreti kazanma adına başarı ya da başarısızlık sergiliyorlar. Bugünkü âlemin değişmez kânunu bu!
Cenâbı-Hak bâzı insanları bu dünyâda bir türlü güldürmüyor. Dert üstüne dert veriyor... Sıkıntı, hastalık, ölümler en ağırından imtihanlar geliyor da geliyor. O (c.c) böylece kullarını deniyor. Öbür âlemde güldürmek üzere sevdiğine çile veriyor, mühlet verilen bir süreç sunuyor önüne. Geçici olan dünyâ âlemi yerine ebedi âlemde her dâim gülmek kâr üstüne kâr değil mi?
Romanlar çoğunlukla gerçek hayâtın kendisini anlatırken kimi zamanda hayal birikimleri olabiliyor. Ancak her ne kadar hayal birikimi gibi gözükse de anlatılan hayat insan hayâtıdır. Roman kahramanları da insanın ta kendisidir. İnsanda koskoca bir kâinat gizlidir. İnsan yüce bir ‘nefha’dan üflendiği için o, rûhuyla yüce bir varlıktır. Onun hisleri, duyguları, fikirleri, davranışları ehemmiyetlidir… Davranış(=amel) var cenneti gamzeder, davranış var cehennemi resmeder… Cenneti muştulayan davranışlarsa ne güzel!
Her insan mâzisinde aldıklarıyla hayâtı götürür. Sevgi ortamında büyüyenler sevgi ve muhabbet sergilerler. Sevgisiz ortamlarda büyüyenler ise bir türlü etraflarına sevgi gösteremezler. Haşin, gaddar, merhametsiz ortamlarda yetişenlerde ayni davranış bozuklukları görülür. Buram buram mâneviyat kokan iklimlerde şekillenenler her ne kadar o demlerde pek hoşlanmıyor gibi olsalar da hayâtın daha ilerleyen safhalarında çocukken veya gençken alınan o değerli birikimlerle olumlu davranışlar geliştirirler. Ne kadar geçimsiz, aksi, huysuz veya sessiz, çekingen, ürkek kişi varsa hepsinin arkasına ya da geçmişine baktığımızda o hâlin oluşmasına zemin teşkil eden hâdiselerin olduğunu görürüz.
Ancak her ne olursa olsun hayat denen zaman dilimi içerisinde insanın başına gelen her olay onun olgunlaşmasına vesiledir. Dertler çoğu insanı pişirir, kemâle eriştirir. Olgun ağacın meyvesi de olgun olur. Dert insanı Hakk’a yaklaştırır. Gerçek aşka, gerçek sevgiliyle vuslata götürür. Kişiyi isyâna sürüklemezse dert güzeldir dostlar!..
İçimizde dertleriyle kol kola huzurluca yaşayan nice isimsiz kahramanlar vardır. Onlar kendilerini belli etmezler. Onları simâlarından tanırsınız. ‘Altının değerini sarrafı bilir.’ Yahut; ‘Damdan düşen damdan düşenin hâlini anlar.’ Misâlince muhataplarınca onlar anlaşırlar. Derdi ancak dert çekenler bilirler.
Başa dönersek; romanlar gerçek hayâtı yansıtan eserler dedik. Huzeyme hanımefendinin yeni romanı da ayni hakikati anlatıyor. Çetin, çetrefilli bir ailenin dramı bu! Hayat imtihânında gençlik safhasının en güzel çağlarında kendini aşan sıkıntılarla boğuşan bir aile reisinin mâneviyat dolu benliğiyle, îmân gücüyle nasıl veli derecesinde davranışlar sergilediğine şâhit oluyoruz romanda. Ahlâkî zâfiyet içerisinde olan bir ortamda çocuklarını İslâmî terbiyeye göre yetiştirebilme gayretinde olan hem anne hem baba vazifesi icra etmeye çalışan seçkin bir insanın hikâyesi bu…
Usta kalem bu seferde böylesine hazin ve sürükleyici bir hayat hikâyesiyle karşımıza çıkıyor. İfâde tarzındaki kelime armonisiyle, cümlelerdeki eşsiz âhengiyle Huzeyme hanımefendi yine bizleri kalemine hayran bırakıyor. Kendisine yaraşır bir eser. Kutluyoruz kendisini. Bizlere daha nice güzel eserler sunması temennisiyle…