Yaşadığı dünyayı halk tabiriyle “Dünyaya kazık çakacak” deyimi gibi.
Hiç fani olmayacakmış gibi hırs içinde olup, maneviyatı mafiş veya yarım yamalak olanların kazanç ve sarfları…
Bir gün toprağa misafir olunca sorulup sorulmayacağını düşünemezler herhalde ki.
Şahısların kendi yapılışları olan kazanç ve sarflar bir tarafa…
Hele siyaset erbabı olarak başbakandan muhtara kadar ki milletvekilleri ve belediye başkanları ile bilumum idari personel de dâhil…
Milletten gelen gelirle bütünleşen devlet hazine ve malını yerinde sarf etmeme ve kullanmamanın sorumluluğu sadece dünyada kalacak sanmaktalar.
Onlara göre öyledir. Yüce Yaradan’ın varlığını diğer dinler bile kabul etmiş ama şekilde ayrılmış olsalar da bilmekte doğruluğa doğru gitmeyi yeğlemektedirler.
Ya bizde hele şimdi itirazlar ile kaldırttıkları(!) Kafa koçanlarında (Nüfus kâğıdı) yazılı İslam kelimesi yazılı olanlar…
Özel kişiler kazandıkça hırsları artıp fiyat yükseltmesi yanında.
Yukarıda belirttiğim siyasi ve hükümet erkân ile personeli üst seviyelere çıktıkça kendilerine verilen millet gelirlerini har vurup har savurmaları yanında birde hortumcuları kalkındırmakla kalmayıp onlarla alenen aile fotoğrafı çektirip dünyaya sunanlar bile var sayımlı…
Bu işlemleri yaparken doğruluk yanında olanlar itiraz etmişse postalayıvermeleri!
Onlar için nerede kalmış dünya ve herkesin bildiği Hazreti Ömer’in (R.A.) adaleti içinde olan misafiri gelince devlet mumunu söndürüp özel mumunu yakması…
Ya şu Belediyeler? Bazıları devlet kesesi yerine destekleyici (sponsor) kullanırken diğerleri göbek sallattırıp coşturacak eğlence şölenlerine devlet kesesinden su gibi safları.
Vazifeleri içinde olmazken tatbik edip birde bunu defalarca bir kahramanlık edası içinde reklam yapmaları! Hele mübarek günleri de içine alan gecelerde tatbikatları…
Ya kaldırım düzgünken renk ve yüzey beğenmeyip yeniden yaptırım yapanlar!
Kaldırım işgalini yapan ve bunları kaldırttırmayanlar!
Bu yalancı değil “İmtihan” dünyasında soran olmasa bile yaşamları sonunda soruluş bulunmayacağı kanısı içinde devam etmeleri.
Birkaç sefer yazdım ama bu ders herzaman beynimize yerleşmesinin faydası olacağı düşüncesi içinde bir daha sunayım hakikat veya rivayette olsa da ibret alınması için.
***
İpin hesabı!
Bir şehrin en zengini öldüğünde, tellallar sokaklara dökülüp;
“Ey ahali”, diye bağırmışlar. “Biliyorsunuz Veli Efendi öldü. Bir vasiyeti var.
“Ahiret hayatına alışabilmek için, kendisine bir günlük yardımcı arıyor.
Kim ki, mezardaki ilk gecesini onunla beraber geçirirse, Veli Efendiye ait servetin yarısı kendisine verilecektir. Ey ahali, duyduk duymadık demeyin...”
Tellalların bütün çabasına rağmen kimse bu parlak, fakat korkulu vasiyete kulak vermemiş ama…
Sonunda, şehrin en fakir sırt hamallarından birisi çıkmış ortaya.
Adamcağız bakmış ki, hayatta zaten sırtındaki küfesinden ve ipinden başka bir şey yok. O halde "Hamal olarak yatıp, ertesi sabah zengin olarak kalkarım" diyerek razı olmuş...
Genişçe bir mezara, iyice kefenlenen zengini, yanına da hamalı yatırmışlar.
Cenazeye gelenlerin dağılımından az sonra sual melekleri gelmiş "İkisi de bize emanet" diye konuşmuşlar.
"Zengin nasıl olsa kalacak, su hamaldan başlayalım." Diyerek sormuşlar:
“Dünyada malın mülkün var mıydı?”
“Alay etmeyin” demiş, hamal. “Sırtımdaki küfeden ve ipten başka hiç bir şeyim olmadığını siz de bilirsiniz”.
“Peki” diye eklemiş melekler. “O ipi ne karşılığında aldın… Sonra küfeyi
ne iş gördün de nasıl elde ettin?”
Anlatmış hamalcağız. “Beş kişinin malını 10 kuruşa taşıdım. İkisini yedim, sekizini sakladım.. Ertesi gün de ayni işleri yaptım. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.”
Melekler:
“Cık demişler, cık... Olmadı... Hasan Efendi’den aldığın para, hak ettiğinden çok düşük. Biz ondan bunun hesabını soracağız. Mehmet Efendiyle de ucuza anlaşmış ve ucuza taşımışsın....”
“İyi ama” diye cevaplamış hamal, “hak ettiğim parayı isteseydim, bana taşıttırmazdı. Taşıttırmayınca da aç kalırdım...”
“O bizim işimiz” demiş melekler. Nasıl olsa buraya o da gelecek. Biz senin adına ona sorarız.”
Melekler, Hamalı sıkıştırmaya devam etmiş.
“Söyle bakalım, aldığın paranın kaçını yedin, kaçını sakladın?”
“On kuruş aldı isem, yarısını sakladım... İki kuruş aldım ise, bir kuruşunu biriktirdim...
“Cık” demiş melekler... “Yine olmadı, hem ucuza taşımışsın, hem de gıdandan kesmişsin. Yani sen, kendi nefsine zulmetmişsin. Nefsine zulmetmek de günahtır, bilmez misin?”
Hamalcağız ne cevap vereceğini düşünüp ecel terleri dökerken, sabah olmuş.
Açılan mezardan yukarıya bir bakmış ki, bütün millet orada...
Kadı Efendi ve şehrin mehter takımı da kendisini bekliyor. Bir kıyamet ki sormayın.
“Kutlu olsun" demişler... "Bu gece kimsenin yapamayacağı bir işi başardın ama bak artık zengin oldun."
—Yooo, diye bağırmış hamal. “İstemeem, istemeem. Sizin olsun! Ben, bir iple küfenin hesabını sabaha kadar veremedim. Ya o kadar servetim olsaydı, ne yapardım ki?
***
Anlayana sivrisinek saz…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Hiç fani olmayacakmış gibi hırs içinde olup, maneviyatı mafiş veya yarım yamalak olanların kazanç ve sarfları…
Bir gün toprağa misafir olunca sorulup sorulmayacağını düşünemezler herhalde ki.
Şahısların kendi yapılışları olan kazanç ve sarflar bir tarafa…
Hele siyaset erbabı olarak başbakandan muhtara kadar ki milletvekilleri ve belediye başkanları ile bilumum idari personel de dâhil…
Milletten gelen gelirle bütünleşen devlet hazine ve malını yerinde sarf etmeme ve kullanmamanın sorumluluğu sadece dünyada kalacak sanmaktalar.
Onlara göre öyledir. Yüce Yaradan’ın varlığını diğer dinler bile kabul etmiş ama şekilde ayrılmış olsalar da bilmekte doğruluğa doğru gitmeyi yeğlemektedirler.
Ya bizde hele şimdi itirazlar ile kaldırttıkları(!) Kafa koçanlarında (Nüfus kâğıdı) yazılı İslam kelimesi yazılı olanlar…
Özel kişiler kazandıkça hırsları artıp fiyat yükseltmesi yanında.
Yukarıda belirttiğim siyasi ve hükümet erkân ile personeli üst seviyelere çıktıkça kendilerine verilen millet gelirlerini har vurup har savurmaları yanında birde hortumcuları kalkındırmakla kalmayıp onlarla alenen aile fotoğrafı çektirip dünyaya sunanlar bile var sayımlı…
Bu işlemleri yaparken doğruluk yanında olanlar itiraz etmişse postalayıvermeleri!
Onlar için nerede kalmış dünya ve herkesin bildiği Hazreti Ömer’in (R.A.) adaleti içinde olan misafiri gelince devlet mumunu söndürüp özel mumunu yakması…
Ya şu Belediyeler? Bazıları devlet kesesi yerine destekleyici (sponsor) kullanırken diğerleri göbek sallattırıp coşturacak eğlence şölenlerine devlet kesesinden su gibi safları.
Vazifeleri içinde olmazken tatbik edip birde bunu defalarca bir kahramanlık edası içinde reklam yapmaları! Hele mübarek günleri de içine alan gecelerde tatbikatları…
Ya kaldırım düzgünken renk ve yüzey beğenmeyip yeniden yaptırım yapanlar!
Kaldırım işgalini yapan ve bunları kaldırttırmayanlar!
Bu yalancı değil “İmtihan” dünyasında soran olmasa bile yaşamları sonunda soruluş bulunmayacağı kanısı içinde devam etmeleri.
Birkaç sefer yazdım ama bu ders herzaman beynimize yerleşmesinin faydası olacağı düşüncesi içinde bir daha sunayım hakikat veya rivayette olsa da ibret alınması için.
***
İpin hesabı!
Bir şehrin en zengini öldüğünde, tellallar sokaklara dökülüp;
“Ey ahali”, diye bağırmışlar. “Biliyorsunuz Veli Efendi öldü. Bir vasiyeti var.
“Ahiret hayatına alışabilmek için, kendisine bir günlük yardımcı arıyor.
Kim ki, mezardaki ilk gecesini onunla beraber geçirirse, Veli Efendiye ait servetin yarısı kendisine verilecektir. Ey ahali, duyduk duymadık demeyin...”
Tellalların bütün çabasına rağmen kimse bu parlak, fakat korkulu vasiyete kulak vermemiş ama…
Sonunda, şehrin en fakir sırt hamallarından birisi çıkmış ortaya.
Adamcağız bakmış ki, hayatta zaten sırtındaki küfesinden ve ipinden başka bir şey yok. O halde "Hamal olarak yatıp, ertesi sabah zengin olarak kalkarım" diyerek razı olmuş...
Genişçe bir mezara, iyice kefenlenen zengini, yanına da hamalı yatırmışlar.
Cenazeye gelenlerin dağılımından az sonra sual melekleri gelmiş "İkisi de bize emanet" diye konuşmuşlar.
"Zengin nasıl olsa kalacak, su hamaldan başlayalım." Diyerek sormuşlar:
“Dünyada malın mülkün var mıydı?”
“Alay etmeyin” demiş, hamal. “Sırtımdaki küfeden ve ipten başka hiç bir şeyim olmadığını siz de bilirsiniz”.
“Peki” diye eklemiş melekler. “O ipi ne karşılığında aldın… Sonra küfeyi
ne iş gördün de nasıl elde ettin?”
Anlatmış hamalcağız. “Beş kişinin malını 10 kuruşa taşıdım. İkisini yedim, sekizini sakladım.. Ertesi gün de ayni işleri yaptım. Yemedim içmedim, ucuza taşıdım ve bunları aldım.”
Melekler:
“Cık demişler, cık... Olmadı... Hasan Efendi’den aldığın para, hak ettiğinden çok düşük. Biz ondan bunun hesabını soracağız. Mehmet Efendiyle de ucuza anlaşmış ve ucuza taşımışsın....”
“İyi ama” diye cevaplamış hamal, “hak ettiğim parayı isteseydim, bana taşıttırmazdı. Taşıttırmayınca da aç kalırdım...”
“O bizim işimiz” demiş melekler. Nasıl olsa buraya o da gelecek. Biz senin adına ona sorarız.”
Melekler, Hamalı sıkıştırmaya devam etmiş.
“Söyle bakalım, aldığın paranın kaçını yedin, kaçını sakladın?”
“On kuruş aldı isem, yarısını sakladım... İki kuruş aldım ise, bir kuruşunu biriktirdim...
“Cık” demiş melekler... “Yine olmadı, hem ucuza taşımışsın, hem de gıdandan kesmişsin. Yani sen, kendi nefsine zulmetmişsin. Nefsine zulmetmek de günahtır, bilmez misin?”
Hamalcağız ne cevap vereceğini düşünüp ecel terleri dökerken, sabah olmuş.
Açılan mezardan yukarıya bir bakmış ki, bütün millet orada...
Kadı Efendi ve şehrin mehter takımı da kendisini bekliyor. Bir kıyamet ki sormayın.
“Kutlu olsun" demişler... "Bu gece kimsenin yapamayacağı bir işi başardın ama bak artık zengin oldun."
—Yooo, diye bağırmış hamal. “İstemeem, istemeem. Sizin olsun! Ben, bir iple küfenin hesabını sabaha kadar veremedim. Ya o kadar servetim olsaydı, ne yapardım ki?
***
Anlayana sivrisinek saz…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…