Madalyonun iki yüzü vardır, bilirsiniz. Bünyesinde zıtlıkları toplayan; bunları ‘bir’leştirmese de sırt sırta buluşturan madalyonların… Bir yüzü parlak ve aydınlık, öte yüzü paslı ve karanlık olan bir konunun, bu ikinci tarafına bakacağız şimdi; o öteki ve çirkin olan yüzüne. İçinde bulunduğumuz bilgi/bilişim çağının nimetleri, faydaları ve sunduğu sayısız kolaylıkları ışıl ışıl parlayıp gözleri kamaştırır ve başları döndürürken, yine bu aynı çağın sebep olduğu, madalyonun o öteki, çirkin olan yüzünde var olan başka türlü bir baş dönmesinden, kendini kaybetmişlik ve adeta sarhoşluk halinden bahsedeceğim, kısaca. Paslı gerçekler! Başlayalım o halde. “Fotoğraf” dersek, mesela…
Fotoğraf çekmek, malum, ‘akıllı’lar tarafından, artık bir baskı’ya gerek duyulmadan yapılan, dünyanın en kolay ve sıradan işlerinden birisi haline gelmişken ve bu fotoğrafları yayınlayıp paylaşıma açmak yani gösterip sergilemek de, bir o kadar kolaylaşmış ve sıradanlaşmışken… Buna eklenen bir de şu harfler, kelimeler ve cümleler de, bir durum güncellemesi, yorum, ya da, başka bir isim altında, aynı sanal mecrada kendilerine yer bulabiliyorlarken... Bu gösterme işi ya da gösteri(ş)… Söz konusu bilgi çağının getirdiği handikaplardan birisi midir, yoksa, içimizde, hazırda zaten var olan bir güdümü ortaya çıkartan bir araç mıdır diye, sormadan edemiyor insan. Hoş, cevap hangi yönde olursun olsun, SONUÇTA, sanal ortamların ve ‘sosyal medyaların’ turnusollüğünde göze görünen, bu gösteri(ş) işlerinden bahsettiğimi, anlamışsınızdır. Elbette koskoca, öyle ki ismine çağ (bilgi çağı) denmiş bu dönemin olumlu taraflarıyla bu zelil durumları, birbirlerine zıt ama eşit pahada görüyor değilim. Hatta zaten bu olumlu ve olumsuz tarafları da birbirleriyle kıyaslıyor da değilim, baştan söyleyeyim! Yani, madalyonun aydınlık yüzünün parlaklığı –o teknoloji, bilim ve bilginin nimetleri ve faydaları- paslı yüzünün karanlığından, hem yükte hem de pahada, çok daha fazla ama o çirkin yüz de yok sayılamayacak bir varlık ve var oluşla arz-ı endam ediyor işte... Eh, küçük olan sinek, mide bulandırmaya da yetiyor işte, maalesef. Konunun hakirliği, bilginin, gelişim ve paylaşımın önemiyle kıyaslanamayacak ölçüde olsa da, biliyorsunuz işte… Sosyal medya denilen klasörün içinde, ne gibi fotoğraf, gösteri(ş) ve basılı havaların, satılı cakaların; ben bu’yum ve bucu’yum diye bağırıp çağıran, ispat-ı vücut girişimlerinin bulunduğunu… Biliyorsunuz. Eminim, bu fazla tuzlu çorbada tuzu bulunanlardan değil, onlardan değil, aksine: tuzdan son derece rahatsızlık duyan yüksek tansiyonlulardan birisinizdir siz de, benim gibi. Bu yüzden biz bizeyiz ve eleştiri hakkımızı da içimiz son derece rahat bir şekilde kullanabiliriz, şimdi.
Peki, şu hisse siz de hiç kapıldınız mı Allah aşkına: arkadaşları, sevdikleri, saydıkları yani bir şekilde tanışlarıyla buluşanlar… Bu buluşmayı, sanki biraz da ilan etmek; o sosyal mecraların birinde afişe etmek için yapıyorlarmış hissine?! Ben bu hisse, çoğu defa kapılıyorum da... Sanki birileri, birileriyle biraz, hatta ‘biraz’dan da çok, bu buluşmayı fotoğraflayıp göstermek için buluşuyorlar, ötekilerle. Vallahi! Tıpkı, yalnızca muhatabının bilmesinin gerektiği ve zaten böylesinin evla olduğu ibadetlerini fotoğraflayıp, insanların onayına ve yorumuna açmak gibi... Hacda çekilip yayınlanan fotoğraflar! (…) Kutsal toprakların kutsal tohumları, sosyal mecranın kirli toprağında düştüğünde, bir gösterişe, riyaya ve nifaka dönüşüp, zehirli ekinler yetiştiriyorlar, oysa. Bu kutsallık ilanına ‘teşvik’ dense de yemiyorum şahsen, bu ekinleri, zehirli meyveleri ve nifak tohumlarının yetiştirdiği riya mahsullerini. Yemiyorum. Çünkü biliyorum ki, insanlardan beklenen takdir ve onay, ismine şirk denecek ölçüde bir ortaklık karıştırmaktır, bu işe.
Neden şimdi aniden dini konulara geldim ki? Konumuz daha çok, insana insan aracılığıyla yapılan bir hayatını gösterme, üstelik bunu olduğundan çok daha albenili ve eğlenceli bir halde göstermek iken, sanırım, işin şu gösteri ve gösterme kısmı, beynimdeki riya ve samimiyet olgularını çağrıştırdı... Bu çağrışım başka çağrışımlara davetiye çıkarınca, cümlelerimi bir anda ta oralarda; kutsal topraklarda buluverdim. Neyse… Neydi? Fotoğraftı, paylaşımdı, randevuydu, buluşmaydı ve bunların biraz hatta birazdan da fazla, başkalarına göstermek için yapılmasıydı. Buradaki samimiyetsizlik, görmemişçesine satılan cakalar, basılan havalar, paylaşılan kahve ve lokum fotoğraflarından tutun da, eşle dostla çektirilen ve sadece konunun muhatapları arasında kalması gereken özel anların, umuma açılmasıydı… Sahi, bu samimiyetsizlik, bizlere, dışarıdan eklenen bir handikap mı, yoksa, içte var olan bir güdüm, kendine sanal bir mekan ve mecra mı buldu? Ne önemi var ki! Sonuçta, gösterişe, ilana, riyaya ve samimiyetsizliğe meftun ve tutkun kimseler olduk ve olmaktayız… Madalyonun bu yüzünden, ivedilikle yüz çevirmemiz umuduyla! Yoksa bu pas yüzünden, toplumca tetanoz olacağız!
Not: Yalnızca bir, fotoğraflar, kutsal topraklar ve ‘maksadı başka’ arkadaş randevuları konularına yer ayırabildim. Alanımın ve sütunumun dışına taşamayacağım için… Yoksa, kendi içinde çoğalıp katlanan, baş belası bir konudur bu, ne yazık ki…