Aynı şalvarı bir başkası giyinince, bunu, amiyane tabirle, affınıza sığınarak söylüyorum ki, onun ‘köylülüğüne’ verirdik. Fakat o giyinince yalnızca salaş giyinmiş, bohem bir tarzı benimsemiş gibi şeyler söylüyoruz, öyle değil mi?
Neyse, çifte standarttan bahsetmeye niyetim yok şimdi bu yazıda. Hatta kendimi onun yerine koyup, birinci ağızdan anlatmaya devam edeceğim. Zamirlerin yerini değiştirmek ne zaman eğlenceli olmaz ki?
Şalvar giyinmek, eşofman giyinmekten bile daha rahat bir şey, her nasılsa. Bir de şu ucuz ve basit takılardan kullanınca, al sana hem şehirli hem de bohem bir stil işte! Sağın solun da belli olmuyor, oh ne rahat! Sağın solun, önün arkan… Saklambaç gibi, saklanmak gibi bir şey. Ne karnını içine çekmek; ne de kalın bacaklarını gizlemek zorunda kalıyorsun. Bir dirhem et bin ayıp örtmez de, bir şalvar bütün ayıpları örtebilir vesselam.
Çocukluğumda, ‘gürbüz bir çocuk’ diye bahsederlerdi benden hep. Gerçi bir keresinde, hani sınıfın o en yaramaz çocuğu vardır ya bir tane hep, işte o bana “pis şişko” demişti de hala unutmam. Ne ağlamıştım o gün! Uyuyuncaya kadar. O gözyaşlarının ıslaklığıyla uykuya dalıncaya kadar. Annemin öfkesini hala hatırlarım. Demek ki beni seviyormuş diye düşünüp sevinirim hatta, hala. Ertesi gün okula gelmişti de öğretmenime durumu anlatmıştı. Başka bir deyişle, o yaramazı şikayet etmişti ona. Neyse. Bunlar yıllar önceydi tabi. Şimdi 26 yaşıma geldim ama büyürken boya verir denilen kiloları yine en’e verdim yalnızca. Ne var ki, olsun, bu şalvarlar hayat kurtarıcı oluyor şimdi. Altındaki bedenin hacmi, dışarıdan bakıldığında rahatça seçilebiliyor elbet yine, ama bakışların odağı dağılıyor en azından. Mesela, şöyle diyeyim, bacaklarımın kalınlığı değil de ‘sıkıştırılası’ yanaklarım söz konusu oluyor sadece.
“Bir genç kıza hiç yakışıyor mu?” diyor annem. Kilolarımı kast ederek. “Dal gibi, ipince olman gereken yaştasın. Ben öyleydim.” diyor. Ardından, “Sağlığın için diyorum yani.” diyerek sözünü yumuşatıyor ve işin içine biraz annelik ekliyor. Oysa kim ne derse desin, bu şalvarlar bana yeter!
Gerçi deniz kenarlarını hiç sevmiyorum. Takıların da, şalvarların da, bohemliğin de hiçbir hükmü kalmıyor oralarda. Bal gibi, buz gibi, ayan beyan, kiloluysan kilolusun işte! Ne bir kaçış rampası, ne bir manevra kabiliyeti… Diğer mevsimlerde odağını değiştirebildiğim gözlerin beğenmeyen hatta tiksinen bakışlarının varlığını üzerimde çok net bir şekilde hissedebiliyorum o yerlerde. Hani keşke denizden çıkınca görünmez bir tünel olsaydı da doğrudan evime gidebilseydim. Hiç görünmeden. “Şaziye’nin kızı iyice şişmanlamış bu yıl!” gibi sözlere de hiç muhatap olmak zorunda kalmasaydı annem. Akşamında, sinirini benden çıkartmasaydı… Fakat ne isterdim, biliyor musunuz? O takıları yine takmak isterdim evet ama daracık kot pantolonlar olur ya hani, onları giyinmek isterdim. Çok isterdim. Annem benden utanmaz, aksine; benimle gurur duyardı o zaman! “Şaziye’nin kızına bak!” derlerdi. Beğeniyle. Gerçi, kilolu bir kadın bedeninin aslında ne kadar iyi hatta çekici bir şey olduğu algısı pazarlanıyor bir süredir hep, özellikle sosyal medyada. “Geniş kalçalı olmanın iyi bir şey olduğunu da hiç duymamıştım şimdiye kadar!” diyor annem. Fakat biliyor musunuz, bu durum benim işime yarıyor. Hakikaten de, yıllardır küçültmeye çalıştığım malum bölgelerin büyüklüğünün ve genişliğinin ne kadar göz alıcı olduğu fikri yerleştirilmeye çalışılıyor. Hatta geçen gün, bacakları aynı benimkilerin genişliğinde olan bir kızın, bu durumla adeta övünerek mini eteğiyle salındığı bir videoya denk geldim. Tabi hemen koşup anneme izlettirdim. “İnsanlar iyice delirdi artık.” minvalinde sözler söyledi. Güldüm.
Ne var ki, diyorum ya, zayıflamak fikrinin olası getirisi olacak inceliği ve zarafeti her ne kadar arzuluyor olsam da canımı sıkacağıma yanaklarımı sıktırmayı tercih ederim. Diyet ya da spor yapamam. Şu şalvarlarım, takılarım ve bu bohem tarz bana yeter. Hem zaten güç geçmiyor ki bu iri kadın bedeninin esasen ne kadar göz alıcı ve çekici olduğu algısı pazarlanmasın! İçime sinmese de, işime çok yarıyor en azından!