İki şair ve edip ahbap Mehmet Celâl ile Faik Esad, İstanbul, Beylerbeyi’nde bir dostun iftar davetine icabet için yola koyulup karşıya geçiyorlar…
Fakat vakti iyi hesap edememişler ve iftara daha saatler var…
***
Bunun üzerine iki ahbap;
“Camiye gidelim, vaaz dinleriz, vakit geçer” fikriyle Beylerbeyi Camii’ne girip bir tarafa ilişiyorlar…
Vaiz, kürsüye çıkmış cehennemden bahsetmekte, diliyle etrafa yıldırımlar savurup şimşekler çaktırmakta, “zebanîler, alevler, katran kuyuları” dedikçe cemaat dehşetle tir-tir titremektedir…
***
Bizimkiler vaizin tehditlerine pek kulak asmamaktadır...
Ama ahalinin çoğu kapıldığı haşyetle hüngür-hüngür ağlıyor ortalık hıçkırık seslerinden yıkılmaktadır…
***
Ağlayanlardan biri, gözyaşlarını silerek Faik Esad’ın sırtına dokunur ve kısık sesle fısıldar;
“Siz vaizi dinlemiyor musunuz? Diye sorar...
***
Faik Esat aynı ses tonuyla soruyu yanıtlar;
“Dinlenmez olur mu, dinliyoruz elbet”
***
Ağlayan adam daha bir şaşkın;
“Peki, ne dediğini anlıyor musunuz?”
***
Mehmet Celâl galesizce;
“Anlıyoruz elbette, niçin soruyorsun?”
***
Adam gözyaşlarını silerek hayretle devam eder;
“Yahu bizim ağlamaktan ciğerimiz sökülüyor, gözümüz dışarıya uğruyor sizde ise hiçbir elem işareti yoktur, nasıl oluyor bu?”
***
Şairler oralı bile olmadan cevap verir;
“Efendim biz bu mahalleden değiliz, yabancıyız, misafirliğe geldik!”
***
Aynı bizim durum…
***
Müslümanlar tok, sağlıklı ve güvendeyken;
Halife-i Ruy-i Zemin kesilenler, Müslümanlar kesilirken şimdilerde oralı bile olmuyorlar… Gündemleri, duruşları bile bambaşka…
Ölmüş, kalmış umurlarında değil…
Fıtratları kurtarıyor her türlü sorumluluktan…
***
“Müslümanlığın yabancısıyız…
Gezmeye geldik…
Bakıp içerdeki safları alıp çıkacağız…” der gibi kan gölünün ortasında pozlar veriyorlar…
***
Yine kapacaklar bizi bizden;
Salmayın safları, sıkı tutun Müslümanlar..!