Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan, dünya ve ahiret huzurunun tek çaresi İslam’ı gönderen Allah’a (c.c.) hamdolsun. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (SAV) salât ve selam olsun.
Gönül eri olma yolculuğunda olan Salih öğretmen ve öğrencileri kamp hazırlıklarını tamamladılar. Gündüzün aydınlığında şehrin beton bloklarından ayrılarak köy yoluna düştüler. Kâinatı, Güneş’i, Ay’ı, yıldızları daha bir yakından görmek istiyorlardı. Yağmurun toprakla buluşma anındaki kokuyu iliklerine kadar hissetmek istiyorlardı. Dijital bağımlılıktan uzak, toprağa yakın olmak istiyorlardı. Ve düşünüyorlardı: “Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır.” (Bakara Suresi 164)
5 saatlik bir yolculuğun ardından tarih kokan taş evlerin olduğu küçük bir köye ulaştılar Salih öğretmen ve öğrencileri. Abur cubur tüketmedikleri için acıkmışlardı. Akşam yemeği için oturdukları sofradaki öğünü garip karşıladı öğrenciler. Yemekte çorba vardı sadece; sade bir çorba. Tarhana çorbası denen bu sade çorbanın bu kadar lezzetli olacağını hiç tahmin etmemişlerdi. Sonrasında gelen pekmez ve undan yapıldığını öğrendikleri tatlının tadı da damaklarında kaldı. Sadeliğin ve sakinliğin lezzetiydi bu. Sabahleyin erkenden çadır kampı için çıkmaları gerekiyordu. Yatsı namazını hep beraber kıldılar. Yol yorgunu olan gözler uyumak istiyordu. Ve dua ile uyudular: “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler.” (Âl-i İmrân Suresi 191)
Sabahın aydınlığı gelmeden ayaktaydı Salih öğretmen ve öğrencileri. Güneşin doğduğu yöne doğru yola koyuldular. Kamp ekibine üzerinde ne olduğunu bilmedikleri bir at da eşlik ediyordu. Öğleden önce çadır kuracakları noktaya ulaştılar. Görevsiz hiç kimse yoktu, yapılan görev dağılımıyla herkes işine koyuldu. Kıble tespitini ise hep beraber yaptılar. İlk defa gördükleri kara çadırda kalmak, öğrenciler için ayrı bir heyecan vericiydi. Tabiatı ilk defa bu kadar yakından gözlemliyorlardı. Ve düşünüyorlardı: Gökyüzünün ve denizin aynı renk olmasının hikmeti neydi? Kurumuş topraktan yemyeşil fidan ve kıp kırmızı meyve nasıl var oluyordu? Güneş, kaç yıldır Dünya’ya ısı ve ışık saçıyordu acaba? Yıllar, aylar, saat ve saniye bu kadar kusursuz nasıl işliyordu. Elbette bütün bunlar tesadüfen veya kendi kendine olamazdı. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Âl-i İmrân Suresi 190)
Gece sessizdi; tıpkı kabristandaki sessizlik. İnsanlık uyumakta, kâinat akmaktaydı. Gecenin üçte ikisi geçtiğinde bütün çadır ayaktaydı. Güneşin kaybolmasıyla ortaya çıkan yıldızlara bakıyordu bütün gözler. Zaten yıldızlar hep oradaydı. Bakmak gerekiyordu sadece, bakmak ve görmek. Kâinatta hiçbir şeyin başıboş olmadığını, her şeyin mükemmel olduğunu yeniden keşfetmek gerekiyordu. Ve bilmek: “Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, eğlenmek için yaratmadık. Biz onları ancak hak ve hikmete uygun olarak yarattık. Ama onların çoğu bilmiyorlar.” (Duhân Suresi 38,39)
Düşünüyordu Salih öğretmen ve öğrencileri. Bu kâinatta insanın görevi, sorumluluğu neydi? Sadece oyun ve eğlence için yaratılmış olamazlardı. Kendilerine, ailelerine, arkadaşlarına, insanlık âlemine ve tabiata karşı nasıl davranacaklarının bir kuralı olmalıydı. Ve bu kural herkesin kendi nefsinden uydurduğu bir kural olmamalıydı. Öyle ya, kendi haline bırakılırsa Güneş ışık saçmak istemeyebilir, yağmur toprakla kavuşmak istemeyebilirdi. Öyleyse varlığı kendinden olan ve her şeyi var eden Allah’ın koyduğu kurala göre yaşamaları gerek idi. Birden müezzinin sesiyle irkildiler. Sabah namazını Salih öğretmen kıldırmış ve namazda Şems Suresini de okumuştu:
“Güneşe ve onun aydınlığına and olsun,
Onu izlediğinde Ay'a and olsun,
Onu ortaya çıkardığında gündüze and olsun,
Onu bürüdüğünde geceye and olsun,
Göğe ve onu bina edene and olsun,
Yere ve onu yayıp döşeyene and olsun,
Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene and olsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.
Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems Suresi 1-10)
Kurtuluşa erenlerden olmak için gayret edenlere selam olsun. Allah’a emanet olunuz.