Ne kadar doğru bilmiyorum...
Leyleğin ömrünün laklakla geçtiği...
Ama, gazetecinin ömrü, yaşadığı ve çalıştığı müddetçe yazmakla geçer...
Nereden biliyorum?
Nail abiden biliyorum...
Sabit abiden biliyorum...
Emekliler, ama hala yazıyorlar...
Mehmet Gazel, İbrahim Sur, Orhan Berk, en son olarak Seyit Küçükbezirci...
Son nefeslerini verinceye kadar yazdılar...
Ama, özgürce yazdılar...
Yazdıklarını okuttular ya da okutamadılar, o ayrı bir konu...
Onlar şanslı abilerdi...
Bir nebze biz de öyleyiz...
Ama ya genç gazeteciler?
Allah yardımcıları olsun...
Çünkü, bugünlerde yazmak sanıldığı kadar kolay değil...
Aynen gazete yapmanın kolay olmadığı gibi.
xxx
Adam arıyor...
Konuşuyor...
Sanırsınız Orhan Boran...
Ya da Halit Kıvanç...
“Tamam yazalım bunları” diye bir laf çıkıyor ağzımızdan, “Aman haa! Sakın” diyor...
“Baba bir saattir benimle ne konuşuyorsun, o zaman” diye itiraz ediyorum, “sen bil yeter” diyor...
“Benim bilmem önemli değil ki, kamuoyu bilsin de, bir işe yarasın” diyorsun, “aman gözünü seveyim” sızlanmaları...
Tövbe tövbe...
Seven mi, sabaha mı bırakın!
Benimle konuşmuşsan, ben bunu insanlarla paylaşırım...
Haber yaparım ya da köşeme taşırım...
Haber yapmayacaksam, yazmayacaksam, bilgileri kamunun yararına olduğu için de insanlarla paylaşmayacaksam, benim bu işi yapmamın alemi ne?
Gider simit satarım!
Hem mesleğime, hem de kendime olan saygımı kaybedersem, daha da kaybedecek neyim olabilir ki?
Nasıl ki, hiç kimse bana inanmadığım bir görüşü ya da düşünceyi savunmaya veya mesleğimin ilkelerine aykırı bir işi yapmaya zorlayamazsa, benimle bir mevzuyu konuşup, sonra “aman yazma” diyerek de zorlayamaz...
“Sohbet ettik, sakın yazma” ne demek?
O zaman bir gazeteciyle değil, kendi kendine konuş...
Bizim ülkemizde, kendiyle konuşanlara “deli” derlermiş, desinler, bana ne...
Ya da sus...
Hiç konuşma.
xxx
Aslında siyasete girmeyecektim...
31 Mart'ta yerel seçimler var...
İnsanlar, bodoslama olmasa da, kenarından kıyısından seçime dair düşüncelerini ifade ediyorlar...
Haklılar da...
Çünkü, seçim işi bir bakıma geçim işini de yakından ilgilendiriyor...
Dolayısıyla da, çarşıda pazarda konuşuluyor...
Cumartesi günü, olmazsa olmazım “Türbeönü”nde keyif yapmaktır...
Dolayısıyla da, “Bedesten” ve “Kadınlar Pazarı”na uğramamazlık olmaz...
Herkes, Pazar telaşında...
“Pazar” derken, alış-verişten bahsetmiyorum...
Cumartesi'den sonraki Pazar'dan, yani tatil, yani keyif yapma gününden söz ediyorum...
Kimisi kırmızı et, kimisi beyaz et, kimisi de balık reyonlarının önünde sıraya girmişler...
Tabii ki cüzdanı şişkin olanlar...
Alış-veriş yaparlarken bile ya siyaset konuşuyorlar ya da spor...
“Spor” derken, tenis, yüzme veya voleybol konuşmuyorlar...
Atiker Konyaspor'u konuşuyorlar...
Atiker Konyaspor'u konuşurlarken de, pek bir keyifli konuşuyorlar...
Memnunlar...
Hem Hilmi Kulluk'a, hem de Aykut Kocaman'a büyük büyük övgüler düzüyorlar...
Anlayacağınız, seçimden ve geçimden darlananlar, şehrin takımının başarısı ile rahat bir nefes alarak, rahatlıyorlar...
İnanmazsanız bana, çıkın çarşıya veya pazara, kendi gözlerinizle görün, kendi kulağınızla işitin...
Halep ordaysa arşın burada.