Türk’ün kahramanlığını dünyaya kabul ettiren Çanakkale Savaşı’nda manen ve bedenen büyük zafer kazanan kahramanlarımız…
Sadece savaşın kahramanlığında değil, içlerinde uyanan duygularını serdedirken bir edebiyatçıdan bile ileri giden anlatımında ki üstün tasvirleşme üslubu da bulunmakta.
Ele geçmeyen niceler arasında ele geçebilen kahraman askerlerimizin analarına yazdıkları mektuplarda görebilmekteyiz
Geçenlerde değerli yazarımız Sayın Fahrettin Alişar beyefendinin belirttiği Mehmetçik edebiyat şaheseri anaya mektubu olan “Ilgınlı Onbaşının Sarıkamış Mektubu”nda belirttiği gibi Çanakkale Savaşı sırasında da şehit olan Muallim Hasan Ethem’in anasına cevaben yazdığı edebiyat şaheseri mektubunu…
Çanakkale Zaferi Yıldönümü dolayısıyla sizlere de sunmaktayım.
İstanbullu okuyucularımdan Sayın Mustafa Güler’in gönderdiği bu şaheser mektup Türkiye güzelliğini ve yaşamında olanları ne güzel anlatmakta.
Okuyucumuza teşekkürlerimi sunarım.
***
“Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi,
Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası gibi, güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.
Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu…
Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyrunuz, içiniz, dedi.
-Pekâlâ dedim, aldım baktım, sütlü çay…
-Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet dedim. Evet, ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu; “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı. Bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi”
Şevket merak etmesin o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi kardeşlerim de senin sayende görecekler.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım.Cemaat ile namazı kıldık..O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:
“Ey Türklerin Ulu Allah’ı. Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halıkı. Sen, bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere mahsustur.
Ey benim Rabbim!
Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle.” diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrür bir kimse tasavvur edilemezdi.
Oğlun Hasan Ethem 4 Nisan 1331” (17 Nisan 1915)
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Sadece savaşın kahramanlığında değil, içlerinde uyanan duygularını serdedirken bir edebiyatçıdan bile ileri giden anlatımında ki üstün tasvirleşme üslubu da bulunmakta.
Ele geçmeyen niceler arasında ele geçebilen kahraman askerlerimizin analarına yazdıkları mektuplarda görebilmekteyiz
Geçenlerde değerli yazarımız Sayın Fahrettin Alişar beyefendinin belirttiği Mehmetçik edebiyat şaheseri anaya mektubu olan “Ilgınlı Onbaşının Sarıkamış Mektubu”nda belirttiği gibi Çanakkale Savaşı sırasında da şehit olan Muallim Hasan Ethem’in anasına cevaben yazdığı edebiyat şaheseri mektubunu…
Çanakkale Zaferi Yıldönümü dolayısıyla sizlere de sunmaktayım.
İstanbullu okuyucularımdan Sayın Mustafa Güler’in gönderdiği bu şaheser mektup Türkiye güzelliğini ve yaşamında olanları ne güzel anlatmakta.
Okuyucumuza teşekkürlerimi sunarım.
***
“Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi,
Nasihat-amiz mektubunu Divrin Ovası gibi, güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti.
Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgâra mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annenden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı. Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim çağıl çağıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu…
Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasıyla beni tebşir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyrunuz, içiniz, dedi.
-Pekâlâ dedim, aldım baktım, sütlü çay…
-Mustafa bu sütü nereden aldın? Dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet dedim. Evet, ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim. Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu; “Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı. Bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi”
Şevket merak etmesin o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi kardeşlerim de senin sayende görecekler.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerler saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah’ım, bu ovada onun sesi ne kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım.Cemaat ile namazı kıldık..O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm. Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum. Ellerimi kaldırdım, gözümü yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim:
“Ey Türklerin Ulu Allah’ı. Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların şu heybetli dağların Halıkı. Sen, bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, Sen’i takdis eden ve Sen’i ulu tanıyan Türklere mahsustur.
Ey benim Rabbim!
Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; ism-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek, böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle.” diyerek dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar mesrür bir kimse tasavvur edilemezdi.
Oğlun Hasan Ethem 4 Nisan 1331” (17 Nisan 1915)
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…