“İkbal” dışında heyecansız, hedefsiz, sadece kendi nefsi için çarpışan insanlarla dolu, sonra onun bile anlamının kalmayıp yittiği bir dünyada; belki “insan” olduğumuzu beyhûde yere hatırlamaya çalışıyoruz.
Kahramanlığın dışlaştırıldığı, vatan millet gibi kavramlar etrafında hizmet odaklı çalışmaların fuzûlî ve saçma telâkki edilip, ideolojik sayıldığı, “hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceği” fikrinden sadece “sistem” değil, hayat üzerinde de duruş, çizgi, hedef belirlemenin gülünçleştirildiği, hiçleştirildiği bir devirde yaşıyoruz. Böyle olunca “ilelebet payidar kalmak” gibi; her milletin, devletin, liderin hatta bireyin arzusu gayesi, kimliğinin göstergesi, ona güç verip, enerji üreten, varlığını kıymetlendiren bir çeşit “Kızıl Elma’sı” bile komik, yok edilesi gelir. Meselâ bayrak değerleri, bir milletin ölüm kalım savaşı, istiklâl mücadelesi küçültülür bazı eçhellerce. Ortak paydada birleştiğimiz değerlerin, zamanla üzerinizde hiç bir tesir icra etmeyecek, sizi harekete geçirip yönlendirmeyecek, izlenmeyecek ve eser vermeyecek bir duruma, tekinsiz güvensiz bir iç ve dış vasata getirilmesine çalışılır dolma fişek kalemlerce.
Hiçbir şey pâyidar kalmayacağına göre meselâ kötülüklere karşı mücadeleye, sömürüye karşı dirence ne lüzum vardır. Hatta yönetim şekli federasyon olsun, başa İngiliz Amerikalı gelsin, idare etsin ne önemi bulunur. Nasılsa “bir can” yaşayıp gideriz. Üstelik zamanın aklı fikri, akışı ile yaşamak, suya rüzgâra kapılıp, sabun köpüğüyle beyni yıkayıp, uyum sağlamak daha menfaatli ve aklîdir.
İnsanı şerefli bir varlık kabul eden bir algı değildir bu. Küçülten, sayılaştıran, kuru kalabalık haline getiren, baskı ve güdülmelere karşı yönlendiren, konuya dâir hazmı kolaylaştıran bir idrak acziyeti ve habisliği.
Bu kafalara göre hiç bir onurlu savaşın, hayatı taçlandıran gayretin anlamı bulunmaz. Ya da sadece egemen gücün yem diye öne attığı, arzusuna, gününe göre değiştirdiği söylem ve eylem paketleri vardır.
Siz paketin içinden özgürce(!) birilerini seçer, uyarsınız. Dümen suyuna gitmeniz ve “ayarlanmanın, sürülmenin” bin bir metodunu öğrenip, uyduluğu içselleştirmeniz önemlidir.
İcabında da kurgu gereği kafanızı, partiye, kuruma, topluluğa, büyüğünüze ayarlatırsınız. Eyyamcı, her duruma uyar döner, zıpzıp kişilikler; ferdî hayatı basitleştirdiği gibi, Allah’ın âyetleri olan Kâinatı, halife olan insanı ve ona paralel değerleri de itibarsızlaştırır.
En kolay “Efendi” kabul eden, en seçkin şerefli “köle tabiatlılarla” karşılaşabiliriz aralarından.
Esasen tefekküre bilgiye, istihbarata, farkındalık ve ayıklığa da gerek yoktur. Düşünmez veya “incir çekirdeğiyle, kabukla” avunur; önünüze konanla, gizli-aşikâr emir ve baskılarla idare edersiniz.
Zaten “düşman” kavramı da; beşeriyet tarihine, günümüzdeki onca işgale, demokrasi(!) bağış ve lütuflarına, durmaksızın artan insan kıyımına rağmen “paranoyayla” eş anlamlıdır. Dolayısıyla emperyalizme, zulme karşı savaş mânâsızdır.
Gözümüzün gördüğü hadiseleri kabul edebiliriz fakat karmakarışık, darmadağın düşüncelerimiz bir yere, merkezî bir noktaya, hayatî güzel bir fiile, insana yaraşır bir faaliyete varmaz; meyve vermez. Gelişigüzel, kupkuru yaşantımızın manevî bir dayanağı yoktur.
Fakat umut vericidir ki, yine de bozuk zorba bir dahilî ve haricî düzene karşı, “Dur” deyip, kendi şarkısını söyleyecek, imalat hatası yiğitler çıkabilir meydana.
“Bir mıhın bir nal, bir nalın bir at, bir atın bir atlı, bir atlının bir savaş, bir savaşın bir vatan” kurtarabileceğine inanan Türkler, modası geçmiş müminleriz ne de olsa.
Kahramanlığın dışlaştırıldığı, vatan millet gibi kavramlar etrafında hizmet odaklı çalışmaların fuzûlî ve saçma telâkki edilip, ideolojik sayıldığı, “hiçbir şeyin sonsuza dek sürmeyeceği” fikrinden sadece “sistem” değil, hayat üzerinde de duruş, çizgi, hedef belirlemenin gülünçleştirildiği, hiçleştirildiği bir devirde yaşıyoruz. Böyle olunca “ilelebet payidar kalmak” gibi; her milletin, devletin, liderin hatta bireyin arzusu gayesi, kimliğinin göstergesi, ona güç verip, enerji üreten, varlığını kıymetlendiren bir çeşit “Kızıl Elma’sı” bile komik, yok edilesi gelir. Meselâ bayrak değerleri, bir milletin ölüm kalım savaşı, istiklâl mücadelesi küçültülür bazı eçhellerce. Ortak paydada birleştiğimiz değerlerin, zamanla üzerinizde hiç bir tesir icra etmeyecek, sizi harekete geçirip yönlendirmeyecek, izlenmeyecek ve eser vermeyecek bir duruma, tekinsiz güvensiz bir iç ve dış vasata getirilmesine çalışılır dolma fişek kalemlerce.
Hiçbir şey pâyidar kalmayacağına göre meselâ kötülüklere karşı mücadeleye, sömürüye karşı dirence ne lüzum vardır. Hatta yönetim şekli federasyon olsun, başa İngiliz Amerikalı gelsin, idare etsin ne önemi bulunur. Nasılsa “bir can” yaşayıp gideriz. Üstelik zamanın aklı fikri, akışı ile yaşamak, suya rüzgâra kapılıp, sabun köpüğüyle beyni yıkayıp, uyum sağlamak daha menfaatli ve aklîdir.
İnsanı şerefli bir varlık kabul eden bir algı değildir bu. Küçülten, sayılaştıran, kuru kalabalık haline getiren, baskı ve güdülmelere karşı yönlendiren, konuya dâir hazmı kolaylaştıran bir idrak acziyeti ve habisliği.
Bu kafalara göre hiç bir onurlu savaşın, hayatı taçlandıran gayretin anlamı bulunmaz. Ya da sadece egemen gücün yem diye öne attığı, arzusuna, gününe göre değiştirdiği söylem ve eylem paketleri vardır.
Siz paketin içinden özgürce(!) birilerini seçer, uyarsınız. Dümen suyuna gitmeniz ve “ayarlanmanın, sürülmenin” bin bir metodunu öğrenip, uyduluğu içselleştirmeniz önemlidir.
İcabında da kurgu gereği kafanızı, partiye, kuruma, topluluğa, büyüğünüze ayarlatırsınız. Eyyamcı, her duruma uyar döner, zıpzıp kişilikler; ferdî hayatı basitleştirdiği gibi, Allah’ın âyetleri olan Kâinatı, halife olan insanı ve ona paralel değerleri de itibarsızlaştırır.
En kolay “Efendi” kabul eden, en seçkin şerefli “köle tabiatlılarla” karşılaşabiliriz aralarından.
Esasen tefekküre bilgiye, istihbarata, farkındalık ve ayıklığa da gerek yoktur. Düşünmez veya “incir çekirdeğiyle, kabukla” avunur; önünüze konanla, gizli-aşikâr emir ve baskılarla idare edersiniz.
Zaten “düşman” kavramı da; beşeriyet tarihine, günümüzdeki onca işgale, demokrasi(!) bağış ve lütuflarına, durmaksızın artan insan kıyımına rağmen “paranoyayla” eş anlamlıdır. Dolayısıyla emperyalizme, zulme karşı savaş mânâsızdır.
Gözümüzün gördüğü hadiseleri kabul edebiliriz fakat karmakarışık, darmadağın düşüncelerimiz bir yere, merkezî bir noktaya, hayatî güzel bir fiile, insana yaraşır bir faaliyete varmaz; meyve vermez. Gelişigüzel, kupkuru yaşantımızın manevî bir dayanağı yoktur.
Fakat umut vericidir ki, yine de bozuk zorba bir dahilî ve haricî düzene karşı, “Dur” deyip, kendi şarkısını söyleyecek, imalat hatası yiğitler çıkabilir meydana.
“Bir mıhın bir nal, bir nalın bir at, bir atın bir atlı, bir atlının bir savaş, bir savaşın bir vatan” kurtarabileceğine inanan Türkler, modası geçmiş müminleriz ne de olsa.