Yusuf Atılgan, “Yaşamla ölüm arasında bir yerde yazdığını söylediği” Anayurt Oteli’yle bilinen, herhalde iç karartıcı romanlar yazan, sol kimliğiyle tanınan bir yazar.
Onun farklı bir yanına Türk Edebiyatı Dergisi’nin Ocak sayısında, Necati Tonga temas etmiş. Yazar “Öteki Yusuf Atılgan Yahut Aylak Adam Yazarının Diğer Şiirleri” isimli yazısında, onun şair yönüne değiniyor.
İlginçtir; gençlik döneminde yayınlanan şiirlerinde bambaşka bir Yusuf Atılganla karşılaşıyoruz.
Sonradan “O biçim şeyler” diye nitelediği, hor gördüğü şiirlerinden:
ÜZÜLME ADAŞ
-Yusuf Ziya Ortaç’a-
“Malazgirt meydanında sürmedinse atını
Kosova’yı şahlanıp kükreyip geçmedinse,
Üzülme, akınlarda görmedinse adını
Tuna kaynaklarında bir tas su içmedinse.
Mohaç ovalarında yakmadınsa meşale,
Cengi sensiz geçtiyse kahraman Barbaros’un,
Kıralların tacını geçirmedinse ele,
Fatih’ini görmedinse Girit ile Rodos’un…
Üzülme, milletinin her sayfası şeref, şan
Hepsini yaşamaya bir tek ömür yetişmez,
Türk’ün altın kanile yazılan en son destan,
Şehamet ölçüsünde onlardan geri düşmez!
Yahut:
“Özlüyorum cetlerimin döğüştüğü cenkleri
Başımda çelik tolga, eğri kılıç elimde;
Geniş omuzlarım da zırhları hevenkleri
Ve tirkeşim belimde…
Gözlerim, bileyden yeni çıkmış bıçak;
Yanaklarımda, bıyıkların kangal kangal zinciri
Bir vuruşta kâfiri boydan boya iki şak
Edecek kadar pazılarım iri! (…)
Ne olurdu ah, altı asır önce bulsaydım
Kendimi sallar kayan Marmara denizinde.
Ne olurdu ah, düşüp boğulsaydım
Suya seccade salan Süleyman’ın izinde!”
“Yurdum” şiirinde:
“(…) Toroslar, Ağrılar onu kucaklar,
Her köşe başka bir câzibe saklar.
Birer şarkı gibi akar ırmaklar,
Şehit mirasıdır, bana bu toprak!” diye haykırıyor.
Meşhur komünistlerden Nazım Hikmet de;
“Oğul;
bakmaz isem ben sana
haram olsun Türklük bana
işte ana gidiyoruz
vatan için ölmeye
gidiyorum öleceğim
dönmeyeceğim geriye” diye bir vakitler vatansever bir duruşla şiirler yazmamış mıydı?
“Beni Stalin yarattı. Asıl vatanım Moskova’dır” çıkışına sürükleyen yol nasıl bir yoldur, nasıl güçlü savrulmalardır. Ayrı bir inceleme konusu.
Aslında bin beter bu düşüşleri, kopuşları, bölünüşü; her kesimden fikriyattan bir değer erozyonunu fert fert milletçe şimdi de yaşıyoruz.
“Nerden nereye” dediğimiz, bazen çürümenin kokuşmanın ayrımına bile varamadığımız rastgele, umutsuz, hedefsiz, onursuz hayatlar. Parçalanmışlığın envaî türlüsü.
Rüzgârın önüne kattığı, oradan oraya sürüklenen, kuru ölü yapraklar…