“Namaz; âlemlerin Rabbi tarafından makamında yapılan bir kabul, bir davettir.
Namaz; Küçük bir zaman diliminde büyük ülfet ve muhabbet kazandıran sırdır.
Namaz; İnsana şahsiyet ve kimlik kazandıran ikili özel bir görüşmedir.
Namaz; Bir enerji alışverişidir. Bir önceki namazdan -buluşmadan- beri biriken negatif enerjiyi boşaltma ve pozitif güç yükleme işlemidir.” (Seher Aydın, Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ, SH. 21, NKM, 2010)
Modern zamanlarda, inancın özü boşaltıldıkça; namazlarımız da anlamından kopuyor ve Rab’le bağlantısından uzaklaşıyor. Gitgide kısalıyor, eksiltiliyor, hıza kurban ediliyor.
Bir kere Efendimizin(S.A.V.) hayatıyla, Kur’an buyruklarıyla ilgili şaibeler çoğaltılıyor. İslâm’ın şartları, olmazsa olmazları hakkında en yetkin(!) ağızlardan türlü demeçler, çağdaş fetvalar, inanç delilleri(!) işitiyoruz.
Devlet adamlarımız, gazeteciler ordusuyla Cuma namazlarına gidiyor. Bir gösteri, sergileme aracı olarak, namazdan nasibimizi(!) alıyoruz.
İbadetlerimiz de; gönül beslenmeleri giderek azaldığı, şaşaladığımız ve eski(mez) müminlerin saffetini, dünyevîliğe karşı direncini kaybettiğimiz için; yemek içmek gezmek kabilinden kupkuru bir iç yaşayışıyla, indirgenerek, bir çeşit gösteriye dönüşüyor. Kaldı ki mümin için, hayatının her anı bir teslimiyet, iletişim, fark, temyiz, özeleştiri, nefsiyle cebelleşme ve vakitleri “Müslüman saatlere” tahvil edip, kazanma çabası ve hedefi olsa gerek.
Namaz bir yolculuk, şuur… Namaz, bir aşk dilini geliştirir yeniler; geçmişte, günümüzde ve istikbalde. Kadın erkek bütün inananlar, bu lisanı konuşur, terennüm eder gönlü yettiğince.
“İbadeti olmayan Cenneti ben neyleyeyim!(İnşallah, Cennet’ine layık oluruz!) Allah’ım, orada benim için bir Namaz köşesi olsa, ben o köşede usul usul secdeme devam etsem. Bu dünyadaki ömrüm, sana olan aşkımın hızını kesmeye yetmedi.” der Prof. Dr. Ümit Meriç; “Dualar ve Aminler” kitabında.
Ya camiler; eşsiz ibadet mekânları… Namaz; muhteşem satırlar ilham eder bize, âbidin yaşadığı ânlar haricinde. “Kovulmuşların Evi” aniden güzelleşir; ezan, namaz, cami eşliğinde. Ali Ayçil’den:
“Fırtınalı bir gece çölünün sınırında, ay vurmuş bir vadi gibi aralanır kapıları. Kapılarından içeri girince, boynumuzda bir kumru uzar gider; uzar gider ve saçlarımızı o geniş kubbeye okşatır. Nasıl olursa olur, daha bir köşeye bağdaş kurar kurmaz hayatın bütün tozları üflenir üzerimizden. Kavisli pencerelerden sızan ışık, bize hiç belli etmeden göğsümüzdeki kasveti emer, onun yerine aklımızın alamayacağı başka türden bir hürlüğün havasını doldurur. Birden insan olmanın kıvancını duyarız orada; nicedir unuttuğumuz kelimeler bizi teskine gelir; insanların taş atıp dalgalandıramayacağı bir gölete döner ruhumuz. Gidip, küçük bir caminin iki vakit arasındaki tenhalığına bağdaş kurduğumuzda, artık dünyanın orta yeri biz oluruz. Gidip, küçük bir caminin iki vakit arasındaki tenhalığına bağdaş kurduğumuzda, bizden başka kıskanılacak kimse yoktur…” (Ali Ayçil, Kovulmuşların Evi, Timaş Yay. sh. 36)
Amerikalı Müslüman Najla Tammy İlhan ise; bize namaz intibalarını anlatır; müstesna zamanların tadını yaşayarak:
“(…) İnsanlar Kâbe’yi düşünerek, dünyayı geride bıraktıklarını sembolize eden bir hareket ile avuçlarını havaya kaldırıyor, Allah’a teslim oluyor ve “Allah-u Ekber” diyorlardı. Ellerini önlerinde birleştirip gözlerini yerde sabitliyor, önce başlarını eğiyor, sonra da yere doğru tevazu ile kapanıyorlardı. İçlerinden Hz. Peygamberin onlara öğrettiği şekilde Allah’ın sözlerini okuyorlardı. Böylece ruhlarının yüce sahibine olan bağlılıklarını tazeliyorlardı. Affolunmayı umarak teslimiyetlerini yine “Allah-u Ekber” şeklinde ancak bu sefer “her şeye kadir” olan O’nun için rükûya varıyorlardı. Ardından doğrulup Allah-u Ekber dedikten sonra kâinatın yaratıcısına bağlılıklarını iki kez secdeye gidip, yere kapanarak, ifade ediyorlardı.
(…)Bu ibadetle kendimden geçmiş şekilde bir müddet oturduktan sonra muhasebeye başladım. En iyi maksat için temizlendiler. Eğildiler ama bir put için değil. Yere kapandılar ama alçaltıcı bir şey için değil. Tavırlarında daima ağırbaşlılık ve tevazu vardı. Ne kadar harika bir ibadet… Hem ruh hem beden hem de zihne hitap ediyordu.” (Najla Tammy İlhan, Teksas’tan Hakikate Yolculuk, sh.84)
“Yukarıdaki girişi, değerli yazarlarımızdan Sevgili Seher Aydın’ın “Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ” isimli yeni kitabının esintileriyle kaleme aldım.
Seher Aydın, inceleme araştırma kitaplarıyla, kadın-aile üzerinde faaliyetleriyle dikkat çeken bir yetenek.
Genellikle erkekler tarafından yazılan bu tip eserlere, hanımlarımızın da eğilip; bizi ibadetlerimiz üzerinde düşünmeye, tekrar ele almaya, düzenlemeye teşvik eden; benlik aynasında hatalarımızı gösteren çalışmalarını şahsen çok önemli buluyorum.
Yüce Allah’ın Elçisi; “Yüzümü Hakk’a yönelerek, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben, O’na ortak koşanlardan değilim. Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanlardanım.” buyuruyordu. Namaza başlarken ettiği dualardan biri de bu cümlelerle açılıyordu.(Seher Aydın, Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ, sh. 103, NKM, 2010)
Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ kitabı; temsil ettikleri düşülürse; bir dua gibi de okunabilir, eksiklerimiz gösteren bir “el-başucu kitabı” gibi de mütalaa edilebilir. Bir Namaz, Peygamber kokusu, maneviyat rayihası, ezel-ebed çiçeği olarak da bağrımıza basılabilir.
Ki ruhumuza bir armağandır, yükseliştir Namaz. Bizi sarıp sarmalar.
Talip O’na koşar. Perdenin arkasındadır Yâr.
……
İnananların Kutlu Doğum Haftasını tebrik ediyor; O’na lâyık ümmet olmanın şuuruna ermemizi niyaz ediyorum.
Namaz; Küçük bir zaman diliminde büyük ülfet ve muhabbet kazandıran sırdır.
Namaz; İnsana şahsiyet ve kimlik kazandıran ikili özel bir görüşmedir.
Namaz; Bir enerji alışverişidir. Bir önceki namazdan -buluşmadan- beri biriken negatif enerjiyi boşaltma ve pozitif güç yükleme işlemidir.” (Seher Aydın, Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ, SH. 21, NKM, 2010)
Modern zamanlarda, inancın özü boşaltıldıkça; namazlarımız da anlamından kopuyor ve Rab’le bağlantısından uzaklaşıyor. Gitgide kısalıyor, eksiltiliyor, hıza kurban ediliyor.
Bir kere Efendimizin(S.A.V.) hayatıyla, Kur’an buyruklarıyla ilgili şaibeler çoğaltılıyor. İslâm’ın şartları, olmazsa olmazları hakkında en yetkin(!) ağızlardan türlü demeçler, çağdaş fetvalar, inanç delilleri(!) işitiyoruz.
Devlet adamlarımız, gazeteciler ordusuyla Cuma namazlarına gidiyor. Bir gösteri, sergileme aracı olarak, namazdan nasibimizi(!) alıyoruz.
İbadetlerimiz de; gönül beslenmeleri giderek azaldığı, şaşaladığımız ve eski(mez) müminlerin saffetini, dünyevîliğe karşı direncini kaybettiğimiz için; yemek içmek gezmek kabilinden kupkuru bir iç yaşayışıyla, indirgenerek, bir çeşit gösteriye dönüşüyor. Kaldı ki mümin için, hayatının her anı bir teslimiyet, iletişim, fark, temyiz, özeleştiri, nefsiyle cebelleşme ve vakitleri “Müslüman saatlere” tahvil edip, kazanma çabası ve hedefi olsa gerek.
Namaz bir yolculuk, şuur… Namaz, bir aşk dilini geliştirir yeniler; geçmişte, günümüzde ve istikbalde. Kadın erkek bütün inananlar, bu lisanı konuşur, terennüm eder gönlü yettiğince.
“İbadeti olmayan Cenneti ben neyleyeyim!(İnşallah, Cennet’ine layık oluruz!) Allah’ım, orada benim için bir Namaz köşesi olsa, ben o köşede usul usul secdeme devam etsem. Bu dünyadaki ömrüm, sana olan aşkımın hızını kesmeye yetmedi.” der Prof. Dr. Ümit Meriç; “Dualar ve Aminler” kitabında.
Ya camiler; eşsiz ibadet mekânları… Namaz; muhteşem satırlar ilham eder bize, âbidin yaşadığı ânlar haricinde. “Kovulmuşların Evi” aniden güzelleşir; ezan, namaz, cami eşliğinde. Ali Ayçil’den:
“Fırtınalı bir gece çölünün sınırında, ay vurmuş bir vadi gibi aralanır kapıları. Kapılarından içeri girince, boynumuzda bir kumru uzar gider; uzar gider ve saçlarımızı o geniş kubbeye okşatır. Nasıl olursa olur, daha bir köşeye bağdaş kurar kurmaz hayatın bütün tozları üflenir üzerimizden. Kavisli pencerelerden sızan ışık, bize hiç belli etmeden göğsümüzdeki kasveti emer, onun yerine aklımızın alamayacağı başka türden bir hürlüğün havasını doldurur. Birden insan olmanın kıvancını duyarız orada; nicedir unuttuğumuz kelimeler bizi teskine gelir; insanların taş atıp dalgalandıramayacağı bir gölete döner ruhumuz. Gidip, küçük bir caminin iki vakit arasındaki tenhalığına bağdaş kurduğumuzda, artık dünyanın orta yeri biz oluruz. Gidip, küçük bir caminin iki vakit arasındaki tenhalığına bağdaş kurduğumuzda, bizden başka kıskanılacak kimse yoktur…” (Ali Ayçil, Kovulmuşların Evi, Timaş Yay. sh. 36)
Amerikalı Müslüman Najla Tammy İlhan ise; bize namaz intibalarını anlatır; müstesna zamanların tadını yaşayarak:
“(…) İnsanlar Kâbe’yi düşünerek, dünyayı geride bıraktıklarını sembolize eden bir hareket ile avuçlarını havaya kaldırıyor, Allah’a teslim oluyor ve “Allah-u Ekber” diyorlardı. Ellerini önlerinde birleştirip gözlerini yerde sabitliyor, önce başlarını eğiyor, sonra da yere doğru tevazu ile kapanıyorlardı. İçlerinden Hz. Peygamberin onlara öğrettiği şekilde Allah’ın sözlerini okuyorlardı. Böylece ruhlarının yüce sahibine olan bağlılıklarını tazeliyorlardı. Affolunmayı umarak teslimiyetlerini yine “Allah-u Ekber” şeklinde ancak bu sefer “her şeye kadir” olan O’nun için rükûya varıyorlardı. Ardından doğrulup Allah-u Ekber dedikten sonra kâinatın yaratıcısına bağlılıklarını iki kez secdeye gidip, yere kapanarak, ifade ediyorlardı.
(…)Bu ibadetle kendimden geçmiş şekilde bir müddet oturduktan sonra muhasebeye başladım. En iyi maksat için temizlendiler. Eğildiler ama bir put için değil. Yere kapandılar ama alçaltıcı bir şey için değil. Tavırlarında daima ağırbaşlılık ve tevazu vardı. Ne kadar harika bir ibadet… Hem ruh hem beden hem de zihne hitap ediyordu.” (Najla Tammy İlhan, Teksas’tan Hakikate Yolculuk, sh.84)
“Yukarıdaki girişi, değerli yazarlarımızdan Sevgili Seher Aydın’ın “Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ” isimli yeni kitabının esintileriyle kaleme aldım.
Seher Aydın, inceleme araştırma kitaplarıyla, kadın-aile üzerinde faaliyetleriyle dikkat çeken bir yetenek.
Genellikle erkekler tarafından yazılan bu tip eserlere, hanımlarımızın da eğilip; bizi ibadetlerimiz üzerinde düşünmeye, tekrar ele almaya, düzenlemeye teşvik eden; benlik aynasında hatalarımızı gösteren çalışmalarını şahsen çok önemli buluyorum.
Yüce Allah’ın Elçisi; “Yüzümü Hakk’a yönelerek, gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben, O’na ortak koşanlardan değilim. Namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm, âlemlerin Rabbi Allah içindir. O’nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben Müslümanlardanım.” buyuruyordu. Namaza başlarken ettiği dualardan biri de bu cümlelerle açılıyordu.(Seher Aydın, Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ, sh. 103, NKM, 2010)
Peygamberimin Rahlesinde NAMAZ kitabı; temsil ettikleri düşülürse; bir dua gibi de okunabilir, eksiklerimiz gösteren bir “el-başucu kitabı” gibi de mütalaa edilebilir. Bir Namaz, Peygamber kokusu, maneviyat rayihası, ezel-ebed çiçeği olarak da bağrımıza basılabilir.
Ki ruhumuza bir armağandır, yükseliştir Namaz. Bizi sarıp sarmalar.
Talip O’na koşar. Perdenin arkasındadır Yâr.
……
İnananların Kutlu Doğum Haftasını tebrik ediyor; O’na lâyık ümmet olmanın şuuruna ermemizi niyaz ediyorum.