Türkiye’de, resmi ideolojiye uygun çağdaş insan yetiştirmek, modern hayatı ve laik yaşam tarzını ikame etmek için bir strateji takip edilmektedir. Bunun için tasavvufi hayatı halkın gözünden küçük düşürmek için belirli zaman diliminde kumpas kurulmaktadır.
İçinde yaşadığımız şu kritik günlerde, devlet erkânının beka sorunu ile Doğu Akdeniz’de, Adalar denizinde ve Afrika’da mücadele ederken, Uşşaki tarikatının sözde başı Eyüp Fatih Şağban, takma adıyla Fatih Nurullah, 12 yaşındaki bir çocuğu taciz ettiği ve jandarmanın tutukladığı, gazete manşetlerine yansıdı ve TV kanallarında haberlerde birinci sırayı aldı. Günlerce bazı TV kanallarında tasavvufî hayat hakkında bilende, yüzeysel bilgisi olanda konuştu ve halen konuşulmaktadır.
Neden? Halkın dikkatini dağıtıp beka sorununa odaklanmasını önlemektir. Beka sorununda devlet başarılı olursa, tasavvufi hayat tekrar benimsenir; böylece modern hayat ve laik yaşam tarzı tarihin çöplüğüne atılır, felsefesinden hareket ederek Fatih Nurullah’ı devreye soktular.
Gençliğimde hatırlıyorum; bazı filimlerdi, hoca rolüne girenler, kirli sakallı, çirkin görünümlü, cinsi sapık ve ırz düşmanı olarak gösterilirdi, seyirci de yuhalardı. Burada bilinçaltında din düşmanlığı aşılanma hedeflenerek modern hayatı ve laik yaşam tarzını ikame etmektir.
Dün, Fadime Şahinler, Ali Kalkancılar, Müslüm Gündüzler sahada idi. Refah yol Hükümeti’ni düşürmek için kullanılmışlardı.
Onların görevi bitti şimdi ise Fatih Nurullahlar, birilerin arkasına sığınıp imam- hatip liseleri mezunlarına ağza alınmayacak çirkin iftiralarda bulunan ve keşke Yunanlılar, hacı hoca tayfasını ayaklarından sallandırsaydı diyecek kadar ileri giden İslam düşmanı, Yunandan bu yüce millet için daha tehlikeli meczup Erol Mütercimler sahnededir. Zamanlama çok önemlidir. Şu günlerde çocuklarımız liselere kayıtlarını yaptırmaktadır.
Resmi ideolojinin, ortaya koyduğu strateji o kadar tehlikeli ki akla durgunluk vermekte ve insanı şoke etmektedir. Mesela hoca kavramına cinci sıfatını, sapıklık kelimesini ise şeyh kavramına sıfat yapmaktadır.
Hoca, derin bilgiye sahip ilmiyle amil olan kimseye denir. Şeyh ise âlim kimselere (akademisyenlere) denir. Ortadoğu’da böyledir. Türkiye’de ise tarikat yöneticilerine şeyh denmektedir!
Hoca kavramının başına cinci, şeyh kavramının başına cinsi sapık kelimelerini sıfat yapmak amansız iflahı mümkün olmayan bir düşmanlıktır.
Tarikatlar tarih boyunca denetlenmiş ve Osmanlılar zamanında zararlı tarikatlar kapatılmış, sorumluları cezalandırılmıştır.
Cumhuriyet kurulduktan sonra cumhuriyetin felsefesi ile tasavvufi hayat bağdaşmadığından dolayı tarikatlar denetimsiz kalmış ve tarikatların başındaki bazı kimseleri, modern hayatın ve laik hayat tarzının ikamesi için kullanılmıştır ve bir düzenleme olmazsa böyle devam edeceğe benzemektedir.
Tarikat ve zaviyeler önemli birer kuruluştur. Tarikat ve zaviyelerin, İslam devletinin kuruluşunda, serpilip gelişmesinde ve büyümesinde büyük katkıları olmuştur.
Mesela Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda, gelişip serpilmesinde, çağ açıp ve çağ kapamasında rolü küçümsenemez. Şeyh Edebali’nin (1206/ 1326), Osmanlı devletinin kuruluşunda ve şekillenmesinde emeğinin olduğu bir gerçektir. Yeniçeri Ocağı’nın hacı Bektaşi V 81209/ 1271) Hazretleri’nin düşüncesi ile yoğrulduğu inkâr edilemez.
Sûfi Ahmet Yesevi Hazretleri’nin (1093/ 1166) müritlerine sürekli Batı’ya gitmelerini öğütlediği ve hedef olarak İstanbul’u, Viyana’yı ve Roma’yı gösterdiği tarihi bir hakikat olduğu gözden ırak tutulmamalı.
Kısaca tasavvufi hayat şudur:
Tasavvufî hayat, bütün peygamberlerin, Hz. Muhammed (as.)’in, güzide sahabesinin hayatıdır.
Hicri II. asrın ortalarına kadar İslam dinini “hal” olarak yaşayan kimselere zahid denirdi. Sûfi kavramı ise hicri II. asrın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanmıştır. Söz konusu asırdan itibaren zahidine bir hayat yaşayan müminlere sûfi denmiştir.
Bu durum, İslam’ın üç neslinde sûfi lafzının olmadığına delalet etmez. Tabiinin büyüklerinden olan Hasan Basri (21/ 641) bu lafzı kullanıyordu.
Tasavvuf kavram da hicri III. asırdan itibaren isimlendirilmeye başlanmış ve bu asırdan itibaren bir müessese haline gelmiştir. Bu müesseselerde Cüneyd-i Bağdadi, Bayezid-i Bestami, Hallaç-ı Mansur ve İmam Gazali gibi mutasavvıflar yetişmiştir.
Tarikatlar ise hicri hicri VI. XI. miladi asırda kurulmaya başlamıştır. Bu müesseseler önemli kurumlardır. Bu kurumlar sosyal hayatın bir parçası haline gelmiştir. Tasavvufi tefekkür bu dönemde gelişmiş, Muhiddin-i Arabi gibi büyük mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir.
Bu dönemde tekke edebiyatı ve şiiri gelişmiş, bu arada zaman zaman medrese-tekke çatışmaları yaşanmıştır. Tekke ve zaviyeler, Cumhuriyet kurulduktan sonra, devletin temel felsefesiyle bağdaşmaz, düşüncesiyle (1351/1925) tarihinde kapatılmıştır. Yerine 1923’te halkevleri açılmıştır. Halkevlerinin açılış gayesi, resmi ideolojiye uygun çağdaş insan yetiştirmektir. (1)
Sonuç olarak diyoruz ki; resmi ideoloji, modern hayatı ve laik yaşam tarzını ikame etmek için tasavvufi hayata karşı belirli zaman diliminde kumpas kurmaktan artık vazgeçmeli. Aksi halde beka sorunumuz çıkmaz bir sokağa girer ki bu da kendisinin sonu olur. Hoşça kalın.
Kaynaklar:
(Bkz: Sadık KÜÇÜKHEMEK Tasavvufta Üç Temel Kavram Rabıta-i Şerife Tevessül ve Vahdet-i Vücud Tekin Kitabevi- Konya)