Dünya hayâtı, maddi kaygılar, gelecek endişesi, makam-mevki alâkası insanı mâlesef ulvi gâyelerden uzaklaştırıyor. Hayâtın pek çok gereksiz meşgalesi insanın yaşam sırrını keşfetmesini engelliyor, insan kendi rûhî ihtiyaçlarını idrak edemiyor. Hayâtın, yaşamın, ölümün mâhiyeti üzerinde fikir yürütemiyor, düşünemiyor.
Halbuki akli selim sâhibi kişiler, dünya ve ebedi saadetin huzur yollarının buradan geçtiğinin idrâkı içindedirler. Buradaki doğru yaşam, sonsuzluk âlemini kazanmayı sağlar. Dünya hayâtını yaşarken elbette insanın yanlışları, hatâları, kusurları olabilir ancak güzel dînimizde günahlardan dönüş imkânı vardır. O dönüş “tevbe” dir, “istiğfar” dır. İşte bu hafta şu güzel Recep aynın mâneviyat ikliminde sizlere bu hususlardan bahsetmek istiyoruz. Zira Hz. Allâh’ın ayı olan Recep ayının şu bereketli temizlenme ve arınma zeminlerinde her Müslüman kendini günahlardan aklayarak Rabb’inin huzûruna tertemiz olarak varmak ister. Bu güzel ayda kul olarak bize yaraşan, şahsımızı yüce Yaratıcıya beğendirme arzusudur. "Hiç şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri ve çok temizlenenleri sever." (Bakara, 222) Yüce Allah bizi severse gerisinin ehemmiyeti yoktur. O bizi sevince başkalarına da sevdirir. Herkes tarafından sevilen insan olmayı kim istemez?
Tevbe; iyi olma isteği, bağışlanma talebidir. Kusursuz kul olmaz. En kâmil insan olan Peygamberimiz aleyhisselâtu vesselam, günde yetmiş defa (veya başka bir rivâyette günde yüz defa) tevbe ettiğini söyleyerek (Buhârî, Deavât, 3) bize öncülük ediyor. Tevbe, insana özgü bir kavramdır. İçinde günah hassâsiyetine sâhip insanlar bu husûsa ehemmiyet verirler. Yoksa içinde şeytânî vasıfları bulunan insanların tevbeyle işi olmaz. Yine günahları alenen, pervâsızca işleyenler ve bundan rahatsızlık duymayanlar da tevbeye ihtiyaç duymazlar.
Bilindiği üzere şeytanın aldatmacasına kanan ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (A.S)’dır. Hz. Âdem (A.S) ve hanımı Hz. Havva annemiz yasak meyveden yedikleri için cenneti âlâdan dünya âlemine gönderildiler. Ve onlar Rabb’lerine: “Biz nefislerimize zulmettik. Eğer Sen bize mağfiret etmezsen biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Âraf, 23) diyerek pişmanlıklarını dile getirdiler. Onlar pişmanlık gözyaşlarıyla Rabb’lerine yönelerek istiğfar ettiler nihâyetinde mağfiret kapıları açıldı. Böylesi haller inanan insanların iç dinamiklerini besler, kuvvetlendirir. İmanlı insanların işledikleri günahlarından dolayı ağlayıp inleme yalvarışlarından arşı âlâ titrer.
Ancak tevbe yalnızca dil ile kuru kuruya değil gâyet samîmâne (=Nasuh bir tevbe) bir şekilde olmalıdır. Bunun belirtisi de bir daha o günaha dönmemektir. Bunu sağlamak için kişi kendini günaha meyl ettirici ortamlardan uzaklaşmalı, ibâdetlerine sıkı sarılmalıdır. İnsan günahı nasıl işler? Diye sorsak. Bunun cevâbı bellidir; insan nefsin aşırı isteklerine uymasından, şeytanın iğvâlarına aldanmasından dolayı işler. Recep ayı başından beri bu konuları işliyoruz. Dünyânın boş gâilelerine dalmamak, nefsin azgın isteklerine set çekmek, şeytanın hilelerine kanmamak zâten imtihan vesilelerimizdir.
İman etmek nasip meselesidir. Tevbe de böyledir. Kula düşen günahlarından dolayı içi yanarak pişmanlık gözyaşlarıyla Hakk’ın divânına durmasıdır. Ancak kazancını helâlinden yiyenler bu kutlu işi yapabilirler yoksa haramzâdeler tevbeye yanaşmazlar. ‘Ne doğarsın aşına o çıkar karşına’, demişler. Haram yiyenden elbette helal-temiz davranışlar beklenemez. Pek çok insanın tevbe kapısına yönelememesinin sebeplerinden birisi budur. Bir diğer sebebi ise ibâdet noksanlığıdır. İbâdeti eksik insan işlediği günahın farkına dahi varmaz. Tevbesizlikler birike birike insan uçurumun kenarına kadar gelebilir.
Şu güzel Recep ayının kalan günleri bizler için ibâdet ve duâlarla, tevbe ve istiğfarlarla bir arınma mevsimi olsun inşaALLAH vesselam.