Efendim geçen hafta Rebiül-evvel ayına girdik, biliyorsunuz. Her sene Kâinâtın Efendisi sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm’ın doğduğu bu mübârek ayda biz hep O’nu yazarız. O güzel ahlaklı, çiçeklerin en güzel, olan gülü hatırlatan Gül Peygamberi yazılarımıza konuk etmek ne güzel!... Kâinâtın Örnek Nebîsini yazmak bizi şimdiden heyecanlandırıyor. Her sene şimdiye kadar değinmediğimiz yönlerine değinerek sizlere, O’nun gönlünü açmak dolayısıyla hep berâber şefaate erişmektir niyetimiz. Gayret bizden tevfin Yüce ve Aziz olan Mevlâ’mızdandır inşaALLAH.
Bir de hemen şunu belirtelim, son günlerde kendini akıllı zanneden bâzı nasipsizler; ‘Mevlid kandili’ diye bir şey Rasûlullâh’ın devrinde var mıydı? Bu da nerden çıktı? Bu bid’attir.’ İddialarında bulunuyorlar. İşin ehline göre, ‘Mevlid Kandili’, bid’at değildir. Bid’at, dîne sonradan sokulan şeylerdir. Buna misal olarak; Rasûlullâh’ın devrinde olmayan minâreler, minârelerden okunan ezanlar, hoparlörler ve benzeri pek çok şey sayılabilir… Bu sayılanlar peygamber zamânında yoktu ama kolaylık adına sonradan yapıla geldi. Bâzı âlimler bid’atı; bid’atı hasene (güzel), bid’atı seyyie (kötü) olarak ikiye ayırırlar. Bu âlimlerin görüşlerine göre, Mevlid Kandili bid’atı hasene olarak değerlendiriliyor. Diğer bâzı âlimler de; ‘bid’atın haseni-seyyiesi yâni güzeli, çirkini olmaz, kandil kutlamaları güzel bir âdettir’, derler. Âdetleri ibâdet olarak değerlendirirler. Meseleye bu zâviyeden bakıldığında, ‘Mevlid Kandili’ Müslümanların güzel bir gelenek olarak devam ettirdikleri bir âdettir.
Ancak tabi Mevlid Kandilini ve diğer güzel âdetlerimizi çalgılı-çengili, israf ve günah boyutunda bir şölen gibi kutlamak elbette doğru değildir, bu tasvip edilemez. Bizim Ramazan ve Kurban Bayramları olmak üzere 2 bayramımız var olup başka bayramımız yoktur. Fakat Âlemlerin Övüncü Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ın doğduğu gün dolayısıyla sevinç ve sürur izhar etmek, ümmetin peygamberine olan derin ve engin muhabbetin tezâhürüdür. Bunda rahatsızlık duyacak ne var? Konuyu dinde yasak diye değerlendirmek haksız bir bakış açısıdır.
Evet, ‘Mevlid kandili’ güzel bir gelenektir. Bugün insanlar yeni doğan çocukları için nasıl seviniyorlarsa aynen bunun gibi Müslümanlar, gelmiş-geçmiş insanların en kâmilinin dünyâya gelmesinden aynı derecede hatta daha fazlasıyla seviniyorlar ki, bu sevinç haklı bir sevinçtir ve bundan dolayı da o günü, en güzel bir şekilde değerlendirerek geçirmek istiyorlar. Bundan daha tabi ve normal bir şey olamaz, değil mi? Bu gâyet samimi ve güzel düşünceleri ifsâd ederek; yok ‘dinde yoktur’, yok ne bileyim -falan-falan- gerekçelerle saçmalamak yanlı bir bakıştır. Bâzı Müslümanlar Hıristiyan âdetlerini… İsa (A.S)’ın doğum günlerini kutlarken, kafaları çekerken de aynı yaftaları kendilerine yapsalar ya!!! Fesuphanallah.
Neyse konumuza dönersek, ne güzel sevgili Peygamberimle ilgili böyle günü ihya edici kutlamalar yapmak, bizler bu halden doğrusu çok hoşnutuz. Daha önce de belirttiğimizi zannediyoruz ama bir kez daha vurgulamak isteriz ki, Mevlid kandili geçmiş târihte ilk defa Mısır’da yaşamış (milâdî 910-1171 yılları arasında) ‘Fâtîmî’ler zamânında kutlama olarak gerçekleşmiş sonra Eyyübiler zamânında devam etmiştir. Biz de, Osmanlılar döneminde II. Selim devrinde sürur göstergesi olarak câmilerde yakılan kandillerden dolayı ‘Mevlid Kandili’ denmiştir. Daha sonra III. Murad zamânında resmi olarak kutlanmaya başlanmıştır. Ondan beridir resmi olmasa da bu güzel gelenek halkımız tarafından kabul görerek hep devam ettirilmiştir.
Peygamberin doğduğu gün vesilesiyle O En Güzel Örnek İnsan’ın ahlâkını, hayâtını, O’nun vahiyle belirlediği en son din İslâm’ı, insanlara anlatmak ne güzeldir! Tüm insanlığı aydınlatan bir medeniyetin ve o medeniyetin kurucusunun tanıtılması için kandil gibi özel günler, güzel bir fırsattır. Zira O aleyhissalâtu vesselam iki cihan istikbâlini ışıtacak hakikatleri va’z eden bir insanlık şâhikasıdır. Şimdiye kadar insanlığın zihni öyle beyhûde insanlarla meşgul edildi ki, maalesef O’nu bugünün insanlığa tanıtmamak büyük bir gaflettir hatta vebaldir. Bunu artık idrak edelim. Kendi değerimiz yanı başımızda dururken ötelerden kıymet devşirmek akla ziyan davranıştır.
Şurası açık ve net ki, insanların çoğu hayâtın ve ömrün kıymetini bilmeden gelişigüzel yaşıyorlar. Oysa hayâtı İslam’la, yüce Kur’an’la, Hz. Peygamber sünnetleriyle yaşayanınca bir kıymeti harbiyesi oluyor. Bilhassa Peygamber aleyhisselâm’ın hayâtını, okuyup, öğrenerek yaşantısına tatbik edenlerin her davranışı fazilet çerçevesinde değer buluyor. Hak katında ‘makbul davranışlar’ olarak görülüyor. Bu ne ulvî güzelliktir!
O’nun hayâtını alıp hayâtımıza koyabilmek, bir Müslüman için eşsiz bir kazanımdır. Çünkü O aleyhisselam emin ve güvenilir, günahlardan beri, sevaplarla dolu bir ‘Usve-i hasene’ yâni ‘en güzel, en mükemmel’ bir hayat yaşadı. Bugün ne şanslıyız ki, O’nun ömür takvimin bilme imkânına sâhibiz. O halde, başka mecrâlarda vakit oyalamaya ne hacet! Her hal ve her ahvalde, O’na mürâcaat etmek bir mümin olarak vazifemiz olmalıdır.
Bu güzel Rebiyülevvel ayında ibâdetle birlikte asıl O kâinâtı ışıtan en güzel hükümleri bütün insanlığa takdim eden örnek Nebî’ye biz de, kendimizi tanıtmak adına çokça salâtu selamlar yollayalım. Hayatta en büyük gerçek şu ki, her Müslüman O’nun duâsına ve şefaatine muhtaçtır. O halde O’nun doğum gününe kadar her gün çekeceğimiz salavatları, sadaka gibi güzel ve hayırlı amelleri O’na hediye edebiliriz. Böylesi mânevî hediyeler asla karşılıksız kalmaz. Seven sevdiğine hediyeler takdim eder. İnsan olarak dünyâda en sevilen şahsiyet O aleyhissalâtu vesselam olduğuna göre O’na hediye sunmak hakikaten değerlidir. Bu bizi ahrette O’nun sevgisine mazhar kılar. Bu vesilelerle hepimizin O’nun şefaatine erişmemiz niyâzıyla, sizlere makbul ibâdetler diliyorum efendim.