Ayet ve hadisler ışığında yazı serisi
Ramazan… On bir ayın sultanı…
İnsanların sultanı, o insanlar arasında nasıl önemli bir yer tutarsa Ramazan ayı da diğer ayların arasında o kadar önemli bir tutmaktadır. Bu ifademi, o ay da yapılan ibadetlerden büyük ecirler (sevaplar) alınmasını yanı sıra müşahhas (göreceli) bir bereket ayı olduğu için de kullanıyorum.
Ramazan günü evinize aldığınız her şey bereketlidir. Aile fertleri, misafirler bunları doya doya yedikleri ve kana kana içtikleri halde bunlar uzun süre tükenmezler.
Akşam iftara yakın sofralarınızı dolduran Allah’ın nimetlerini diğer aylarda görebilir misiniz? Sofralarımız yiyecekler ve içeceklerle dolar taşar, adeta. Hele iftar yaparken içtiğimiz suyun, yediğimiz yemeğin lezzetini başka hiçbir ayda bulabilir miyiz?
İnsanlar arasında ki ilişkilerde de diğer aylarda göremediğimiz bir yakınlık ve sıcaklık hissederiz. İnsanlar birbirlerine daha bir candan, daha bir samimidirler bu ayda. Toplumun her kesimi birbiriyle adeta kucaklaşmaktadır. Herkes aile yakınlarını, dostlarını ve komşularını bir başka gözetmekte, fakirlerin ellerinden tutulmakta, yetimlerin başı okşanmakta yaşlı ve ihtiyarlar ziyaret edilerek hatırları sorulmakta, gönülleri alınmaktadır.
Akşama kadar oruç tutan bir insan, orucun bünyesinde sağladığı “Hakk-el yakin açlık” duygusunu tatmış, aç ve açıkta olan insanların hallerini daha iyi anlamasını sağlamış olur. Böylece toplum içerisinde yardımlaşma ve dayanışma davranışlarını artar.
Bu davranışların tersi materyalist toplumlarda ki; “Biri yer, biri bakar. Kıyamet ondan kopar” atasözümüzde gördüğümüz gerçeklerin acı acı yaşanması olarak karşımıza çıkar. Yani kapitalist toplumlarda ki zengin ile fakir arasında ki uçuruma ve varlıklıların vurdumduymazlığını getirir ve insanları ezilmeye ve sömürülmeye götürür.
Ramazanda tuttuğumuz orucun farz (Allahın emri) olması yanı sıra onun çok da hasbi (sadece Allah için yapılan) bir ibadet olduğu da görülmektedir. Belki diğer ibadetlerden namaz, zekât ve hac gibilerine riya (gösteriş) karışabildiği halde Ramazan orucuna bu yanlışlıklar kesinlikle yaklaşamazlar.
Zira iftara çok az bir zaman kaldığı halde, oruçlu insanın açlıktan ve susuzluktan kavrulduğu, ağzının kuruduğu, önündeki kurulu sofrada ise her türlü yiyecek ve içeceklerin bütün cazibeleriyle “Beni ye “ diye seslendiği bir zamanda, oruçlu insan henüz vakit dolmadığı için beklemesi ve yiyeceklere elini uzatamaması ne kadar ulvi bir davranıştır.
Hâlbuki bu yiyeceklerin bir kısmını yese veya içeceklerin bir kısmını içse kimin haberi olacaktır… Ama hayır, o beklemeyi tercih eder ve iftar vakti gelmeden de orucunu bozmaz, bozamaz. Oruçlu bilir ki, “Tutulan oruç, Allah’la kul arasında yapılan bir sözleşme gereğidir. Oruçlunun, oruç tutup tutmadığını Allah’ın bildiğini bilmekte ve oruçlu, orucun sağlam kalabilmesi için iftardan önce yiyip içmemek olduğuna inanmaktadır”
Buna mukabil Allah’da (c.c); “Oruç benim içindir ve onun sevabını ben vereceğim” buyurarak, oruçluya kendi büyüklük ve azametine yakışan büyük ecirler vereceğini vaat etmektedir.
İRADENİN İNSANDA Kİ YERİ
Her ikisi de canlı oldukları halde insanla hayvanı birbirinden ayıran önemli farklardan ilki akıl, diğeri de irade gücüdür.
İrade gücü; dinin, ilmin ve aklın faydalı olarak belirlediği şeylere yönelmeyi, zararlı gördüğü şeylerden ise el çektirmeyi sağlayan bir güçtür.
Ateşin yaktığını bilen insan ateşe elini uzatabilir mi? Hem ateşin yaktığını bilen hem de ateşe ilini sokan bir insanın ya aklı veya iradesi yoktur.
Allahın haramlarını (yasaklarını) çekinmeden yapan insan da aynı durumdadır. Çünkü yaptığı bu haram ile iştigali sebebiyle ahrette (yani yarın) Allah kendisini cehennemde yakacağını bildirdiği halde aynı haramı işlemeye devam eden insanın elbette bir şeyi eksiktir ve onun için bu yanlışta ısrar etmektedir.
Küçük çocuklarda, akıl ve ruh hastalarında irade gücü ya yoktur veya çok zayıftır. Bir de hayatının her safhasını savurganlığa göre tanzim etmiş insanlarda irade bulunmamaktadır.
Öyle ya… Canı (nefsi) neyi isterse onu alan ve böylece “tüketim ekonomisinin” bir aymaz üyesi olan bir insanı, o şey lüzumluysa alınmalı, lüzumsuzsa veya israf oluyorsa alınmamalı duygusuyla hareket etmesini sağlayacak güç, irade gücüdür.
İrade gücünü kuvvetlendirecek, insanın kendine ait eşyalara el uzatmasını ve bunlarla yetinmesini, başkalarına ait haklara el uzatmamasını sağlayan tek çözüm, oruç tutmaktır.
ORUÇ TUTMAYANLAR
Özellikle bazı gençlerin Ramazan ayında herkese göstererek yiyip içmesi, sigarasını tüttürmesi en azından çevresinde ki oruç tutan insanlara karşı hürmetsizliktir. İnsanlara hürmet etmeyenler insanlardan da saygı ve hürmet beklemeye hakları yoktur.
İkinci bu insanlar açıkça oruç yedikleri için (hâşâ) Allah’a kafa tutmakta, ona; “Senin emirlerini tutmuyorum ve bunu her kese de ilan ediyorum” demektedirler.
Bu çok yanlış bir davranıştır. Kim olursa olsun insan son olarak Allah’a dönecek ve yaptıklarından, yapması gerektiği halde yapmadıklarından hesap verecektir. O zaman kendilerini savunacak hiç mazeret öne süremeyecektir.
Genellikle dünyalık her lezzeti tadabilmek için büyük uğraşlar veren bu oruç tutmayanlar, iddia ediyorum ki Ramazanda iftar vakti bir oruçlunun tattığı suyun tadını, yediği yemeğin tadını asla tadamayacak bu tatlardan her zaman mahrum kalacaklardır.
BİR ÖNEMLİ MÜJDE
Allah (c.c) içlerinde oruçlu olanların da bulunduğu topluluklara vaat ettiği mükâfatları bildirdiği ayeti Ahzap suresi 35. ayetidir. Bakalım bizler gurupların içerisinde yer alabiliyoruz?
“Müslüman erkekler ve kadınlara, mü’min erkekler ve kadınlara, itaatkâr erkeklerle kadınlara, doğru erkekler ve kadınlara, sabreden erkekler ve kadınlara, huşu duyan erkeklerle kadınlara, sadaka veren erkelerle kadınlara, oruç tutan erkeklerle kadınlara, ırzlarını koruyan erkeklerle kadınlara, Allah’ı çok anan erkelerle kadınlara Allah bir mağfiret (af edilme) ve bir büyük mükâfat hazırlamıştır”
Ramazan… On bir ayın sultanı…
İnsanların sultanı, o insanlar arasında nasıl önemli bir yer tutarsa Ramazan ayı da diğer ayların arasında o kadar önemli bir tutmaktadır. Bu ifademi, o ay da yapılan ibadetlerden büyük ecirler (sevaplar) alınmasını yanı sıra müşahhas (göreceli) bir bereket ayı olduğu için de kullanıyorum.
Ramazan günü evinize aldığınız her şey bereketlidir. Aile fertleri, misafirler bunları doya doya yedikleri ve kana kana içtikleri halde bunlar uzun süre tükenmezler.
Akşam iftara yakın sofralarınızı dolduran Allah’ın nimetlerini diğer aylarda görebilir misiniz? Sofralarımız yiyecekler ve içeceklerle dolar taşar, adeta. Hele iftar yaparken içtiğimiz suyun, yediğimiz yemeğin lezzetini başka hiçbir ayda bulabilir miyiz?
İnsanlar arasında ki ilişkilerde de diğer aylarda göremediğimiz bir yakınlık ve sıcaklık hissederiz. İnsanlar birbirlerine daha bir candan, daha bir samimidirler bu ayda. Toplumun her kesimi birbiriyle adeta kucaklaşmaktadır. Herkes aile yakınlarını, dostlarını ve komşularını bir başka gözetmekte, fakirlerin ellerinden tutulmakta, yetimlerin başı okşanmakta yaşlı ve ihtiyarlar ziyaret edilerek hatırları sorulmakta, gönülleri alınmaktadır.
Akşama kadar oruç tutan bir insan, orucun bünyesinde sağladığı “Hakk-el yakin açlık” duygusunu tatmış, aç ve açıkta olan insanların hallerini daha iyi anlamasını sağlamış olur. Böylece toplum içerisinde yardımlaşma ve dayanışma davranışlarını artar.
Bu davranışların tersi materyalist toplumlarda ki; “Biri yer, biri bakar. Kıyamet ondan kopar” atasözümüzde gördüğümüz gerçeklerin acı acı yaşanması olarak karşımıza çıkar. Yani kapitalist toplumlarda ki zengin ile fakir arasında ki uçuruma ve varlıklıların vurdumduymazlığını getirir ve insanları ezilmeye ve sömürülmeye götürür.
Ramazanda tuttuğumuz orucun farz (Allahın emri) olması yanı sıra onun çok da hasbi (sadece Allah için yapılan) bir ibadet olduğu da görülmektedir. Belki diğer ibadetlerden namaz, zekât ve hac gibilerine riya (gösteriş) karışabildiği halde Ramazan orucuna bu yanlışlıklar kesinlikle yaklaşamazlar.
Zira iftara çok az bir zaman kaldığı halde, oruçlu insanın açlıktan ve susuzluktan kavrulduğu, ağzının kuruduğu, önündeki kurulu sofrada ise her türlü yiyecek ve içeceklerin bütün cazibeleriyle “Beni ye “ diye seslendiği bir zamanda, oruçlu insan henüz vakit dolmadığı için beklemesi ve yiyeceklere elini uzatamaması ne kadar ulvi bir davranıştır.
Hâlbuki bu yiyeceklerin bir kısmını yese veya içeceklerin bir kısmını içse kimin haberi olacaktır… Ama hayır, o beklemeyi tercih eder ve iftar vakti gelmeden de orucunu bozmaz, bozamaz. Oruçlu bilir ki, “Tutulan oruç, Allah’la kul arasında yapılan bir sözleşme gereğidir. Oruçlunun, oruç tutup tutmadığını Allah’ın bildiğini bilmekte ve oruçlu, orucun sağlam kalabilmesi için iftardan önce yiyip içmemek olduğuna inanmaktadır”
Buna mukabil Allah’da (c.c); “Oruç benim içindir ve onun sevabını ben vereceğim” buyurarak, oruçluya kendi büyüklük ve azametine yakışan büyük ecirler vereceğini vaat etmektedir.
İRADENİN İNSANDA Kİ YERİ
Her ikisi de canlı oldukları halde insanla hayvanı birbirinden ayıran önemli farklardan ilki akıl, diğeri de irade gücüdür.
İrade gücü; dinin, ilmin ve aklın faydalı olarak belirlediği şeylere yönelmeyi, zararlı gördüğü şeylerden ise el çektirmeyi sağlayan bir güçtür.
Ateşin yaktığını bilen insan ateşe elini uzatabilir mi? Hem ateşin yaktığını bilen hem de ateşe ilini sokan bir insanın ya aklı veya iradesi yoktur.
Allahın haramlarını (yasaklarını) çekinmeden yapan insan da aynı durumdadır. Çünkü yaptığı bu haram ile iştigali sebebiyle ahrette (yani yarın) Allah kendisini cehennemde yakacağını bildirdiği halde aynı haramı işlemeye devam eden insanın elbette bir şeyi eksiktir ve onun için bu yanlışta ısrar etmektedir.
Küçük çocuklarda, akıl ve ruh hastalarında irade gücü ya yoktur veya çok zayıftır. Bir de hayatının her safhasını savurganlığa göre tanzim etmiş insanlarda irade bulunmamaktadır.
Öyle ya… Canı (nefsi) neyi isterse onu alan ve böylece “tüketim ekonomisinin” bir aymaz üyesi olan bir insanı, o şey lüzumluysa alınmalı, lüzumsuzsa veya israf oluyorsa alınmamalı duygusuyla hareket etmesini sağlayacak güç, irade gücüdür.
İrade gücünü kuvvetlendirecek, insanın kendine ait eşyalara el uzatmasını ve bunlarla yetinmesini, başkalarına ait haklara el uzatmamasını sağlayan tek çözüm, oruç tutmaktır.
ORUÇ TUTMAYANLAR
Özellikle bazı gençlerin Ramazan ayında herkese göstererek yiyip içmesi, sigarasını tüttürmesi en azından çevresinde ki oruç tutan insanlara karşı hürmetsizliktir. İnsanlara hürmet etmeyenler insanlardan da saygı ve hürmet beklemeye hakları yoktur.
İkinci bu insanlar açıkça oruç yedikleri için (hâşâ) Allah’a kafa tutmakta, ona; “Senin emirlerini tutmuyorum ve bunu her kese de ilan ediyorum” demektedirler.
Bu çok yanlış bir davranıştır. Kim olursa olsun insan son olarak Allah’a dönecek ve yaptıklarından, yapması gerektiği halde yapmadıklarından hesap verecektir. O zaman kendilerini savunacak hiç mazeret öne süremeyecektir.
Genellikle dünyalık her lezzeti tadabilmek için büyük uğraşlar veren bu oruç tutmayanlar, iddia ediyorum ki Ramazanda iftar vakti bir oruçlunun tattığı suyun tadını, yediği yemeğin tadını asla tadamayacak bu tatlardan her zaman mahrum kalacaklardır.
BİR ÖNEMLİ MÜJDE
Allah (c.c) içlerinde oruçlu olanların da bulunduğu topluluklara vaat ettiği mükâfatları bildirdiği ayeti Ahzap suresi 35. ayetidir. Bakalım bizler gurupların içerisinde yer alabiliyoruz?
“Müslüman erkekler ve kadınlara, mü’min erkekler ve kadınlara, itaatkâr erkeklerle kadınlara, doğru erkekler ve kadınlara, sabreden erkekler ve kadınlara, huşu duyan erkeklerle kadınlara, sadaka veren erkelerle kadınlara, oruç tutan erkeklerle kadınlara, ırzlarını koruyan erkeklerle kadınlara, Allah’ı çok anan erkelerle kadınlara Allah bir mağfiret (af edilme) ve bir büyük mükâfat hazırlamıştır”