Oruç ve Ramazan ibâdetlerinden asıl gâye nefsin dizginlenmesi, irâdenin kontrol altına alınması, nefsin her isteğinin yapılmasına ket vurarak onunla mücâdele etmektir. Biz Müslümanlar olarak dünyâdaki en önemli mücâdelemiz nefsimizle ile yaptığımız mücâdeledir. Bu büyük cihaddır. Nefs bir insanın tam kendisi ve özüdür. Kişinin gizli ve açık dünyâya bakışı, duyuları, maddi-mânevî becerileri, arzu-heves ve ihtiyaçları, canı-rûhu, isteklerinin birleşimidir nefis ki bu durumda ortaya kişinin kendisi çıkar. İnsanın şeklen mânevî cephesi, rûhûdur o da nefsdir.
Hayâtın ikâmesi ve devâmı için elbette ki bedenin bâzı ihtiyaçları vardır. İşte nefs bu ihtiyaçların çıktığı yerdir. İnsan dünya yaşantısını sürdürebilmesi için nefisinin zarûri ihtiyaçlarını gidermesi lâzımdır. Bu noktada insanlar her hususta aşırıya kaçtıkları için nefislerin beslenmesi konusunda da mübalağa derecesine varan hadsizlikler olmuştur. Dünya bir yandan açlıktan ölenlerle bir yanda obezitenin pençesinden kurtulamayanlarla doludur. Bu sebeple nefisler asla başıboş bırakılmamalı mâkul ölçülerin dışına çıkılmamalıdır. İşte Ramazan bu çıkmaz sokakta bunalan insanın yarasına merhem olur. Yeme ve içmede kişiyi verilen sürede yedirmez, içirmez ve bu sâyede mümin nefsini terbiye eder.
Bilelim ki dünya hayâtının anlamı, nefsin istekleriyle mücâdeleyle biçimlenir. Yüce dînimizin getirdiği ölçüler insanın nefsinin isteklerini olumlu yönde şekillendirir. Ancak bâzen nefs, şeytanın kışkırtmasıyla kendini büyük görür ve doyumsuz istekler üretmeye başlar. Bu hal sâhibini isyâna, azgınlığa ve fücûra sürükler. İnsan bu konuda sınanmaktadır. İnsanın içine bu duyguları bizzat onu imtihânı için veren Âlemlerin Rabb’idir. Cenâbı Hak kutsal kitâbında buyurur ki: “Kişiye ve onu şekillendirene, Sonra da ona iyilik ve kötülük kâbiliyeti verene and olsun ki: Kendini arıtan saadete ermiştir. Kendini fenalıklara gömen kimse de ziyana uğramıştır.”[1] İşte Ramazan müminin kendini doğru motive etmede, nefsini olumlu anlamda şekillendirmede, kendini düzeltmede önemli bir âmildir.
Evet, insanın dünya yaşamını ikâme ettirmede nefsin istekleri hayâtiyet taşır ama bitmek bilmeyen istek ve hevesler kişiyi hatâya düşürür ve Hak Teâlâ tarafından çizilen ilâhi çizginin dışına çıkmaya zorlar. Meselâ; insanın yeme-içme ihtiyâcı vardır ama bunun aşırıya kaçması hastalıklara yol açar bu durum kişinin sağlığına zarar verir. Veya kişinin mal-mülk edinmesi tabîdir ama bunu meşru çerçevesinin dışında gayri meşru haram yollarla yaparsa hadde tecâvüz olur. Veya insanın birbirini yönetmesi hakkı imar etmesi adına olursa güzeldir fakat bu yön zülüm olarak tecelli ederse o zaman sonu hüsran olur. İslam insanın nefsi ile isteklerinin arasına kutsî bir sınır koyar. Ramazan bu dengenin muhafaza edilmesinde çok etkin bir rol oynar.
Şurası kesindir ki, nefis dâima kötülüğü emredicidir. Yusuf ( A.S)’ın dilinden: “Ben nefsimi aklamam, çünkü nefis muhakkak kötülüğü emreder.”[2] Buyrulur Kur’ânı Kerim’de. Bu hakikat göz önünde bulundurularak nefis eğitiminde Ramazanın mübârek feyizli, nefisleri dizginleyici, gönülleri teskin edici ikliminden istifâde etmek şarttır. Zira nefislerinde sükûnu sağlayanlar işte onlar kurtuluşa, felâha erenlerdir. Son olarak O Kâdiri Mutlâk’ın sözüyle bitirelim bugünkü yazımızı: Ey huzur içinde olan can! O, senden, sen de O'ndan hoşnut olarak Rabbine dön! Ey can! İyi kullarımın arasına gir. Cennetime gir.[3]
----------------
[1]- Şems, 7-10
2- Yusuf, 53
3- Fecr, 27-3