Her türlü fitne ve fesâdın alıp başını gittiği ortamda, insanın kendini ortalığın menfîliğine terk etmesi, doğrusu kişinin kendisi adına bir hüsrandır. Kafası çalışan, aklı başında olan her/er kişi, bozuk düzenin değirmen suyuna kovayla su taşımak yerine, kendini yanlışlıkların kucağına düşmekten koruyacak güzelliklere sarılması, yapılacak en güzel davranış olsa gerektir. İşte ortalarına geldiğimiz Ramazanı şerif gibi bir rahmet iklimi, bizim bu hususta kendimizi toparlayabileceğimiz en güzel zemindir.
Her işte, her davranışta dünyevîleşmenin telkin edildiği, ahlaksızlığın teşvik edildiği bir hengamda, insanın ‘rahmet insanı’ olabilmesi kolay değildir. Ancak rahmetin sağnak sağnak yağdığı, gönüllerin ihya edildiği bir münbit iklimde neden olmasın? İnsanın tabi bunu başarması (geçen yazımızda bahsettiğimiz üzere) irâde eğitimiyle mümkündür. İnsanı her ortam, her durum; ‘hele gel’ diye dünyâya çağırdığında, insan güçlü imânıyla nefsinin isteklerine boyun eğmeden, hem kendini hem sorumlu olduğu âile efrâdını, cehenneme götürücü şeylerden koruyabilmesi gerekir. Bu müminden beklenen büyük bir sorumluluktur.
Eskiler bu sıkıntılı problemi, tasavvufî dergahlarda yetişen güzel ahlaklı, kâmil insanların halkla kaynaşarak, imânî terbiye usullerini, nefsi eğitme hallerini yaşayarak, örnek olarak bu işi çözüyorlardı. Mevlâna hazretleri gibi, Aziz Mahmut Hudâyi hazretleri gibi, Üftâde hazretleri, Somuncu Baba gibi zatların terbiyesinde yetişmiş insanlar güzel ahlâkî umdeleri, halkın ruhlarına nakış nakış işliyorlardı. Diyeceksiniz ki, çok geriye gittiniz. Tamam, o zaman bugün onların yerini tutabilecek, doğru, güvenilir böylesi eğitimi veren güzel zeminler de var şükür. Ve iyi ki, varlar. Zira bilindiği üzere her şey okulla olmuyor. Sırf Hak rızâsı için, insanlara güzel ahlâki birikimleri koymak, nefisleri eğitmek, şeytanın tuzaklarına karşı uyanık olmak adına, bize pratik canlı misal güzel insanlar var yok değil, hamdolsun.
Yanlışa kaymamak, hatâlara düşmemek için gönlün uyanık olması şarttır. Peki, gönül nasıl uyanık olur? El cevap; gönül devamlı zikirle uyanık olur. Kur’ânu Azûmüşşan’da: ‘Nerede olursanız olun, O sizinle berâberdir.’ (Hadid, 4) buyrulur. Yâni ne yaparsak yapalım hangi ortamda bulunursak, bulunalım Allah Teâlâ Hazretleri bizimledir. Bu bilinçte olunursa, yanlış yapılabilir mi? Günah işlenebilir mi? Ancak şu iyi bilinsin ki, yürekler günahlardan uzaklaşmadıkça, bu halleri yakalayamayız. Yüreklerin günahlardan uzaklaştığı, nefsin isteklerine set çekildiği, şu güzel rahmeti bol Ramazan ayında ruhî melekelerimize seviye kazandırmanın tam da en uygun zeminindeyiz. Ve neden bu rahmeti bol zeminde, biz de rahmet insanı olmayalım, değil mi?
Bu sorunun cevâbını kıymetli bir Allah dostu büyüğümüzün, bir dergide yayınlanan yazısından alıntılar yaparak izah edelim istiyoruz, müsâdenizle;
‘Bizler ecdâdımızın inşâ ettiği faziletler medeniyetinin ve rahmet toplumunun bugünkü devâmıyız. Her medeniyet kendi insan tipini meydana getirir. Bizim de vazifemiz, ecdâdımız gibi; elinden, dilinden, hâlinden, kâlinden bütün mahlûkatın müstefid olduğu bir ‘rahmet insanı’ olmaktır.’ Diyerek başlıyor ‘rahmet insanı’nı târifine;
‘Rahmet insanı’; cömerttir, fedâkardır, müşfiktir, veren eldir. Yağmur gibi, gittiği her yere hayat bahşeder. Bahar meltemleri gibi, geçtiği her yere huzur ve ferahlık tevdi eder.
‘Rahmet insanı’ zarar değil, fayda verir. Zira Efendimiz aleyhisselam buyurur ki; ‘Mümin bal arısına benzer. Temiz olanı yer (yâni helal yer), temiz olan şeyler ortaya koyar (yâni Hakk’ın rızâsına uygun işler yapar), temiz yerlere konar (yâni sâlih ve sâdık kişilerle görüşür) ve konduğu yeri ne kırar ne de bozar.’ (Ahmed bin Hanbel, II. c, 199)
‘Rahmet insanı’; incitmez, incinmez.
‘Rahmet insanı’; bollukta şımarmaz ve taşkınlık yapmaz, darlıkta isyan etmez, sabırla merhaleler kat eder.
‘Rahmet insanı’; fakirlerin, yetimlerin, kimsesizlerin duâlarının tâlibidir.
‘Rahmet insanı’; bütün ümmeti kendine zimmetli addeder. Kendini devrin akışından mes’ul görür.
‘Rahmet insanı’; sâdece kendisine, evlâdına, yakınlarına değil, din kardeşi olarak Ümmeti Muhammed’e yaratılışta eşi olarak bütün insanlığa, kendisine emânet olan bütün mahlûkâta, şefkat ve merhamet tevzi eder.
‘Rahmet insanı’; çorak insan değil, bereket tevzi eden insandır. Güneş gibi en kuytu ve en ücra köşeleri dahi aydınlatır.’ (Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Mânevi Terbiye Mektebi Ramazânı Şerif yazısı, Sayı: 364, Haziran 2016, sf.36)
Ecdad bu bahsedilen rahmet insanlarıyla Osmanlı da, bir ‘faziletler medeniyeti’ inşa etmişti. Bu güzel târifler bugün bize neden uymasın değil mi? Hele şu mübârek Ramazan’ın mübârek ortamında mübârekleşen rahmet insanlarımız olsun hatta sayıları artsın, çoğalsın inşaALLAH. Cumânın hayrı, bereketi üzerinize olsun efendim.