“Tak etti canıma bu maskeli balo. Bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri…” diye ritimler tutturup şarkılar söylerdik, ilk gençliğin dünyayı yeni görüp dehşete kapılan gözleriyle etrafımıza ve birbirimize şaşkınlık ve hüsranla bakarken. Şarkı sözlerine ve anlatılanlara göre, insanların yüzlerinde maskeler vardı. Bu ne büyük bir sahtecilikti!
Şehir efsaneleri mi biraz abartılıydı, yoksa? Yok. Abartılı değillerdi. Yüzlerde, gerçekten de maskeler vardı. Gerçeği örten, kapatan, aklayan ve bazen de göz alıcı renklere boyayan maskeler... Her yer sahne; her şehir Venedik’ti. Bu ne büyük bir ikiyüzlülüktü! İğrentiyle midemiz bulandı. Maskeler… ‘Durdurun dünyayı, inecek var’dı. Ah o ilk gençliğin isyanları…
Sonra, dağdan şehre indi o isyankar ruhlar, yavaş yavaş. Asiler ve asiyeler... Zamanla, büyüdükçe; ehlîleştik ve sakinleştik. Oyunun kurallarını öğrendik. Oynayacaktık! Eğer öyle gerekiyorsa, maskeler takılacaktı. Bu diyardan gitmek yerine, bu deveyi güdecektik, yani. Mamafih, dağın havası pek soğuk, insanı da pek yalnızdı. Şehrin sıcak atmosferi, kalabalığı ve renkleri, dağdan çok daha çekici ve davetkardı. Davete icabet ettik. Tabii, kendimizle pek de ters düşmeden… Gerçek fikirlerimizi tamamiyle inkar edip de, öz saygımızı iyiden iyiye yitirmeden bu oyunu oynamanın pek bir zararı olamazdı, nasıl olsa. Hatta oynamak, gerekli ve hayatiydi zaten. Maskeler şarttı. Takılacaklardı. Dedik ya, kendimizle pek de ters düşmeden, yüzümüze ve günümüze uygun birkaç maske edinilecekti, öncelikle.
Diğerlerini bilmem ama bir tanesi vardı, hepsinin içinde. Hepsinden daha göz alıcı, albenili ve büyüleyici bir maskeydi, bu. Altın bir maske... Işıl ışıl parlayan, pek değerli ve hayati önemdeki bu maskenin asıl özelliği ise, takana politiklik denilen bir duruş kazandırmasıydı. Hani, ilişkiyi kesmeden samimiyeti kesip, gündelik işleri yolunda ve düzgün götürebilme sanatı. O “-miş” gibi yapmanın, şimdiki zamanı... Hem, yüzü gündelik şaplaklardan, sillelerden ve tokatlardan koruyan, dahası, takanı güzelleştiren bu altın maske, ‘her zaman herkesle anlaşabilmek’ gibi pek nadide ve kıymetli bir özellik de kazandırırdı, aynı zamanda. Düşünsenize, hem koruyan, hem güzelleştiren, hem de sevdiren bir maske.
Nasıl mı kullanılır? Mesela birinden hoşlanmıyor musunuz, hemen bu maskeyi takarsınız. İlişkiyi kesmeden samimiyeti keser ama işinizi yürütürsünüz. Dedik ya… Kalbi duygularınız kalpte; kendi duygularınız da sizde kalırlar. Yani, olmaları gereken yerde kalırlar. Dağdan şehre indiniz hem, unutmayın. Gerçek isminizin Asi ya da Asiye olduğunun bilinmesine, hiç gerek yok. Bu isimdeki bir politikacının işleri, hiçbir zaman yolunda gitmez.
Tokatların, sillelerin ve şaplakların izlerini hatta yüzünüzdeki acı yaşanmışlıkların kırışıklarını ardına gizleyip, size ışıl ışıl bir görüntü veren bu altın maskenin bir diğer ismi de, olgunluk ve olgunlaşmaktır, bir de. Yetişkinlikteki çocuksu özellikler, saflık ve temizlik olarak değil; olgunlaşmamışlık, çiğlik ve hamlık olarak değerlendirilir, hem. Oysa o altın maskenin değerine paha biçilemez. Onun bedelini ancak zaman ve tecrübeler ödeyebilir. O maskeyi parayla bile değil ama sırayla verirler, yani. Kimler mi? Tecrübeler ya da namı diğer sırttaki kazıklar ve yüzdeki şaplak izleri…
Neyse, konuyu dallandırıp budaklandırmanın yeri değil, burası. Bir sütuna koca bir ağaç sığmaz, öyle değil mi? politik bir duruş kazandıran o altın maskeyi diyordum, sadece bunu diyebileyim, yeter de artar zaten. Burayı başlı başına altın bir sütuna, sizi pek sevilen bir insana, bu şehri de Venedik’e çevirmeye, yeter de artar bile.