“Politikacılar gelecek seçimleri, devlet adamları gelecek nesilleri düşünür.”
“Politikacılar tümen tümen bulunur da, devlet adamı çok nadir bulunur” cümleleri yine bu sahada söylenmiş güzel sözlerdir. Bu sözleri okuyup iyi bir düşünürsek, bir de son zamanlarda haberleri seyreder, siyasi arenaya bakarsak, bu hususta ne kadar zaafiyet içinde olduğumuz daha iyi anlaşılır.
Medeni devletlerde politika; “millet ve memleketim için ne yapabilirim?” bizde ise: “rakibime nasıl çelme takıp, düşürüp rezil edebilirim” felsefesi üzerine kurulmaktadır. Maalesef ve maalesef!.. Ama bu yeni bir şey değil, Osmanlının son zamanlarından yani inkıraz dönemlerimizden itibaren hal böyledir. Birkaç kıyaslama yapalım hak vereceksiniz:
ABD’de yakında bir seçim oldu ama bizdeki gibi meydan muharebeleri değil. Siyasi terbiye ve nezâket sınırlarını aşmadan onlarda propaganda yaptılar, ekranlara çıktılar, programlara katıldılar ama hiçbir zaman bizdeki gibi, insanların birçoğunu haber seyretmemek için yemin ettirmediler. Genç nesillere kötü örnek olmadılar. Çoluk-çocuğu bile siyasetten tiksindirmediler. Bizdeki gibi halkın % 70’den fazlasının oyu ile Cumhurbaşkanı seçilen bir zatın davetlerini bile protesto etmek bir tarafa, Obama’nın siyasi rakibi olan Mc. Cain, 04.11.2008 seçimlerinin ertesi günü şu beyanatı verdi: “Obama dün siyasi rakıbim idi, bugün başkanım ve ben başkanımın emrindeyim” Ne büyük bir siyasi olgunluk, boşuna büyük devlet veya büyük devlet adamı olunmuyor. Bizdeki uygulama ile kıyasını ben okuyucularımın takdirine bırakıyorum.
ABD seçimleri 1792’den bu tarafa Salı günleri yapılmaktadır. Çünkü; O dönemin Parlementosu: “Pazar günü vatandaşlar kiliselere gidecekler” diye böyle kararlaştırmış ve hâlâ bu karara uyulmaktadır. Bizde hükümetlerin vatandaşlarına böyle bir jest yapması bir tarafa, başka yer kalmamış gibi seçim sandıklarını camilerine getirip, ayakkabıları ile girip oy atan insanlara, fosur fosur tütün içen sandık görevlilerine, kavga ve küfürlerin en galizlerini eden fanatik partililere çiğnetmesinler razıyız. Bizde de hâlâ bunlar görülmektedir.
Bizde bu siyasi ihtiraslar öyle had safhalara varmış ki, akıllara ziyan. Balkan Savaşı’nda, 600 sene uşaklığımızı yapan Bulgar ordularına, koskoca Osmanlı orduları yenilmiş, Osmanlı tarihinin en dramatik olayları cereyan etmiş, Evlâd-ı Fatihan dediğimiz Balkan Türkleri, tarihin hiçbir döneminde görülmeyen bir utanç ve hacaletle anavatana hicret etmiş, Hüseyin Raci Efendiye: “Aziz-i vakt idik, adâ zelil kıldı bizi” sözünü söyleten olaylar cereyan etmiş, Bulgar askerleri Edirne’yi kuşatmış, Selimiye Camiinin kubbelerinde top mermileri patlamış, “40 gün dayan senin imdadına yetişeceğiz” diye söz verilen Şükrü paşa 6 ay dayandığı halde hiçbir yardım görmemiş, Ordu kumandanımız Erzurumlu Şükrü Paşa bile hayatını ot kökü, kuş yemi, süpürge tohumu yiyerek ancak idame ettirebilmiş, binlerce askerimiz “bir lokma ekmek” diye feryad ederek şehit olmuşlar… Bütün bunların arasında bazı siyasiler, ittihat ve terakkinin elebaşılarından bazıları, pis politikanın habis ihtirasıyla asker arasına gelmişler ve onları: “Siz Anadolu evlâtlarısınız. Ne işiniz var Rumeli’de. Giden icap ediyorsa boğazın öte tarafını yani Anadolu’yu savunun” gibi sözlerle askeri ifsad ve iğfal etmişlerdir. Sırf Edirne düşer, Bulgarlar ve Sırplar İstanbul’a dayanırsa, baştaki hükümet düşer ve kendileri yani İttihat ve Terâkki Fırkası iktidara gelir diye. Ya Rabbi bu ne ihtiras, bu ne tehlikeli bir mantık.
Aynı uygulama ve zihniyeti şimdi büyük takımların fanatik taraftarlarında bazen görüyoruz: İçerdeki büyük rakip bir Avrupa takımıyla maç yapacaksa, gavurun kazanmasını istiyor, yeter ki içeride rakibi kazanmasın da, kim kazanırsa kazansın.
Son günlerde insan bu ve benzeri vakıalara bakıp bakıp: “Acaba bir asırdır değişen hiçbir şey olmadı mı” diye hayretler içinde kalıyor. Fakat bu mantık geçmişte bize çok büyük bir imparatorluk kaybettirdi. Günümüzde de çok şeyler kaybettiriyor bu kesin. Sözlerimizi Kur’an-ı Kerimde Hz. Musa’nın dilinden bir dua ile bitirelim: “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helâk eder misin Allah’ım?”