“Elbise: Seni, senin insanlığının içini üzerine alarak giyinen şey. Elbise, insanı giyer gerçekten. Bir de insan elbiseyi giyer derler: ne büyük bir yalan! Elbiseyle insan insanlığını gizler; kurt, tilki, fare veya koyun elbisesi içinde kendini gösterir.”(Ali Şeriati)
Biri, tamamen Avrupaî terbiye görmüş, “İslamiyet’le olan ilişkim nereyse bir Hristiyandan farklı değildi” diyen bir hanım; diğeri, Uzakdoğu felsefeleriyle zihni ve kalbi batmış, bilmeden de olsa inançtan uzaklaşmış, kafası karmakarışık bir arkadaş. Eğitimli, zeki kadınlardı her ikisi de.
Dinle, uzak kaldıkları bir arkadaş çevresiyle, bazı yollarla teması artırıp, Hak ve hakikate kanalize olmaya başladıklarında, hayatlarına anlam kattıklarında, ikisinde de şunları gözledim.
Başörtüsüne tepki göstermelerine ve sevmemelerine rağmen; kendiliğinden, tabii bir süreçte, ılımlı davranmaya başladılar.
Örtünmeleri yönünde muhitten baskı görmemelerine, hatta tesettüre girseler hoş karşılamayabilecek yakınları bulunmasına rağmen; ibadetlerine gösterdikleri özenle birlikte, yavaş yavaş kıyafetlerine itina ettikleri izlendi.
Kol ve etek boylarını uzattılar, plaja gittilerse ya girmediler, ya yalnızlığı gözlediler; iç dünyalarında adımlar atıp, baskısız değişimlerine belki kendileri de hayret ettiler.
Allah’a şükür, her zaman inançlı bir insandım ama kendimden bilirim, zamanla eşarplar, içindeki boneler, çehreler sevimli, bazıları olağanüstü güzel gelmeye başlar.
Hatta mesela samimiyetini hissettiğiniz çarşaf giymiş hemcinslerinize karşı; önyargılarınızı, kuşkucu fikirlerinizi değiştirmek için bahaneler ararsınız, sizi çekerler, sevdirirler.
Değişik sebep ve sâiklerle tesettüre girenler bir yana; manevî bir dünyayla münasebetiniz arttıkça, başörtülü, hatta peçeli insanları (kendiniz uygulamasanız bile) anlamaya, takdir etmeye başlarsınız. İhlâsı seçilirse, farklı bir zarafetle karşı karşıya olduğunuzu hisseder, garip bir mahcubiyetle onlara imrenirsiniz.
Bu bakımdan, “başörtülülerle, erkek dergilerine açık saçık, uygunsuz pozlar veren kadınları bir tutan” bozbulanık yazarın, saldırı mahiyetindeki sözlerini çok talihsiz bir beyanat olarak okudum.
Doğrudur, edebiyatımızın yüz aklarından Halide Nusret Zorlutuna teyzesi, kıymetli romancı Emine Işınsu akrabaları olur, ailede dindar, namaz kılan insanlar vardır.
Fakat bu nasıl bir mantık sefaletidir ki, Yüce Allah’ın emrini tatbik eden insanlarla, O’nun yasaklarını dinlemeyen, kanunlarına uymayan, kiminde tamamen reddeden insanları bir düzeyde tutar.
Bir kere en basit anlatımla bir mümin sorumluluğu, hassasiyeti, kulluk bilinciyle, hayâ duygusuyla; tam aksi edepsizliğin dik âlâsı, teşhircilik gibi bir ruh hastalığı, azgın bir sergileme nasıl eşdeğer tutulabilir.
Bedenini, dolayısıyla şahsiyetini nesneleştiren, indirgeyen, tüm insanî özellikleri, değerini salt cinselliğe hasreden, dolayısıyla kendini aşağılayan, zâtını böyle takdim ederek, genele sunan kişilerle; kusurları olsa bile, dininin gereklerini elinden geldiğince tatbik etmeye, iman özünü korumaya çalışan kişiler nasıl bir sayılabilir.
İnsan yazdıkları çizdikleri, değerlere mütecavizliği, inancımıza karşı müzminleşmiş çirkin hücumlarıyla da “soyunabilir”.
Orta yerdeki elbisesiz bir insan, ne fena. Acaba hanımefendiyi giysileri ya da üryanlığıyla hangi kategoriye sokacağız.
Gerçi iğrenç lâfları üzerinde fazla da durmamak lâzım. Tekrar şöhreti yakalamak isteyen ve zavallı çıkışlarla gündeme oturmak isteyen bir yazar eskisine ne denebilir ki.
Benim şaştığım kadın yazarın yapıtlarının içeriği, “müstehcenliği dolayısıyla toplatılan sorunlu, kara kitapları”, aykırı kişiliği bilinirken; Sayın Cumhurbaşkanının -herhalde bir denge politikasıyla- kendisini köşke davet etmesi, onun da Hayrünnisa Hanım’ın başörtüsü yüzünden daveti reddettiğini övüne gerine, büyük bir başarıyla ilân etmesidir.
Muhafazakârların dine, ahlâka fütursuzca uluorta başkaldıranlarla; inancını sahiplenmeye çalışanları, söz gelişi içtenlikle başını örtenleri bir tutacağına inanmıyorum.
O halde neden lâyık olmayan, seviyesiz bazı kimselere hak etmedikleri pâyeler verir, onları onurlandırır, sonuçta da hakaretlerine maruz kalırız ki.
Şart mıdır?