Çocuklarla…yazı serisi
Sevgili kardeşlerim,
Siz, siz olun… Sakın kimseyi küçük görmeyin.
Karşılaştığınız bir insan, beş parası olmayan fakir bir insan olabilir.
Elbisesi ütülü ve ayakkabısı yeni olmayabilir,
Veya saçı başı karışık, uzun bir süre tıraş olmamış olabilir.
Annesi veya babası ölmüş, kendisi onlardan yetim veya öksüz kalmış olabilir.
Böyle insanlarla karşılaşırsanız, sakın onları küçük görmeyin ve alaya almayın.
Kendi kuvvetinize güvenip, zayıf gördüğünüz o insana sataşmayın.
Kendi yakınlarından cesaret ve güç alarak başkalarına tafra (üstünlük) atmayın.
Belli olmaz. Bazen sizin küçük gördüğünüz veya kendisini alaya aldığınız kimse sizden daha bilgili, sizden daha yüksek bir makamda bulunabilir.
Kuvveti sizden daha fazla olur ve sizi yenebilir.
Çevresi sizden fazla olur ve size üstün gelebilir.
Bu durumu öğrendiğiniz zaman siz mahcup olursunuz, utanırsınız. Girdiğiniz dalaş da akrabalarınızla birlikte yenik düşebilirsiniz.
Ve başınızı önünüze eğmeye ve öyle dolaşmaya mecbur kalırsınız.
NEFESİNİ KESMEK
Size anlatacağım hikâye işte böyle bir olayı işlemektedir.
Kendini üstün gören bir şehirli ile şehre bir işi için inmiş garip bir köylüyü konu almaktadır.
Köylü, şehirde ki işlerini görmek için dolaşırken tiryakisi (bağımlısı) olduğu sigaradan bir tane yakmak ister. Elini cebine atar. Sigarasını çıkartır. Ağzına koyar.
Bu sefer sigarasını yakmak için ceplerini karıştırır, bir çakmak veya kibrit arar. Fakat ne kadar arasa da, kibrit veya çakmak bulamaz.
Etrafına bakınır ve kimden bir ateş alabileceğini araştırır.
Gözüne şık giyinmiş bir şehirli ilişir.
Bakar ki o da bir sigara içmektedir. Bunda ateş bulunur diye düşünerek;
“Acaba, sigaramı yakmak için ateşiniz bulunur mu?” diye sorar.
Şehirli ve şık giyimli kişi, kendisinden ateş isteyen insana bakar. Onun elbisesinin eski ve ütüsüz, ayakkabılarının boyasız, yüzünde birkaç günlük sakalı ile dolaşan bir köylü olduğunu görünce, içinden;
“Ben buna bir oyun oynayayım da görsün bakalım” diye düşünür ve cebinden çıkardığı el fenerini yakarak,
“Buyur arkadaş…” der. “Sigaranı yak…”
Köylü hiç tereddüt etmeden ağzında ki sigarayı yakmak için el fenerinin ışığına eğilir ve başlar sigarasından nefes çekmeye…
Çeker, çeker, çeker… Sonunda sigara yanmayınca şehirli;
“Her halde senin sigaran bu ateşle yanmayacak…” der ve fenerini geri çekerek lambasını söndürür.
KARŞILIKLI İSTİHZA (ALAY)
Şehirli bu konuyu artık alay konusu yapmıştır. Şehirde hangi arkadaşı ile karşılasa bu olayı ona anlatır ve;
“Köylü sigarasını yakmak isteyince, cebimdeki el fenerini çıkardım ve lambasını yaktım. Saf köylü sigarasını yakabilmek için uğraştı, didindi durdu. Uzun zaman nefes çekti. Böylece garibin nefesini kestim” diye böbürlenir.
Köylü de bu olaydan sonra köyüne dönmüş, o da orada ki arkadaşlarına;
“Yav, arkadaşlar… Şehirde bir şehirli adamla karşılaştım. Sigaramı yakmak için kendisinden ateş istedim. Adam bana ateş diye el fenerini uzattı. Ben de fenerin ışığında sigaramı yakmak bahanesiyle uzun zaman duruverdim. Böylece adamın pilini bitirdim” diyerek böbürlenir.
Atalarımız ne güzel söylemişler; “kel başa, şimşir tarak” diye. Değil mi?
Sevgili kardeşlerim,
Siz, siz olun… Sakın kimseyi küçük görmeyin.
Karşılaştığınız bir insan, beş parası olmayan fakir bir insan olabilir.
Elbisesi ütülü ve ayakkabısı yeni olmayabilir,
Veya saçı başı karışık, uzun bir süre tıraş olmamış olabilir.
Annesi veya babası ölmüş, kendisi onlardan yetim veya öksüz kalmış olabilir.
Böyle insanlarla karşılaşırsanız, sakın onları küçük görmeyin ve alaya almayın.
Kendi kuvvetinize güvenip, zayıf gördüğünüz o insana sataşmayın.
Kendi yakınlarından cesaret ve güç alarak başkalarına tafra (üstünlük) atmayın.
Belli olmaz. Bazen sizin küçük gördüğünüz veya kendisini alaya aldığınız kimse sizden daha bilgili, sizden daha yüksek bir makamda bulunabilir.
Kuvveti sizden daha fazla olur ve sizi yenebilir.
Çevresi sizden fazla olur ve size üstün gelebilir.
Bu durumu öğrendiğiniz zaman siz mahcup olursunuz, utanırsınız. Girdiğiniz dalaş da akrabalarınızla birlikte yenik düşebilirsiniz.
Ve başınızı önünüze eğmeye ve öyle dolaşmaya mecbur kalırsınız.
NEFESİNİ KESMEK
Size anlatacağım hikâye işte böyle bir olayı işlemektedir.
Kendini üstün gören bir şehirli ile şehre bir işi için inmiş garip bir köylüyü konu almaktadır.
Köylü, şehirde ki işlerini görmek için dolaşırken tiryakisi (bağımlısı) olduğu sigaradan bir tane yakmak ister. Elini cebine atar. Sigarasını çıkartır. Ağzına koyar.
Bu sefer sigarasını yakmak için ceplerini karıştırır, bir çakmak veya kibrit arar. Fakat ne kadar arasa da, kibrit veya çakmak bulamaz.
Etrafına bakınır ve kimden bir ateş alabileceğini araştırır.
Gözüne şık giyinmiş bir şehirli ilişir.
Bakar ki o da bir sigara içmektedir. Bunda ateş bulunur diye düşünerek;
“Acaba, sigaramı yakmak için ateşiniz bulunur mu?” diye sorar.
Şehirli ve şık giyimli kişi, kendisinden ateş isteyen insana bakar. Onun elbisesinin eski ve ütüsüz, ayakkabılarının boyasız, yüzünde birkaç günlük sakalı ile dolaşan bir köylü olduğunu görünce, içinden;
“Ben buna bir oyun oynayayım da görsün bakalım” diye düşünür ve cebinden çıkardığı el fenerini yakarak,
“Buyur arkadaş…” der. “Sigaranı yak…”
Köylü hiç tereddüt etmeden ağzında ki sigarayı yakmak için el fenerinin ışığına eğilir ve başlar sigarasından nefes çekmeye…
Çeker, çeker, çeker… Sonunda sigara yanmayınca şehirli;
“Her halde senin sigaran bu ateşle yanmayacak…” der ve fenerini geri çekerek lambasını söndürür.
KARŞILIKLI İSTİHZA (ALAY)
Şehirli bu konuyu artık alay konusu yapmıştır. Şehirde hangi arkadaşı ile karşılasa bu olayı ona anlatır ve;
“Köylü sigarasını yakmak isteyince, cebimdeki el fenerini çıkardım ve lambasını yaktım. Saf köylü sigarasını yakabilmek için uğraştı, didindi durdu. Uzun zaman nefes çekti. Böylece garibin nefesini kestim” diye böbürlenir.
Köylü de bu olaydan sonra köyüne dönmüş, o da orada ki arkadaşlarına;
“Yav, arkadaşlar… Şehirde bir şehirli adamla karşılaştım. Sigaramı yakmak için kendisinden ateş istedim. Adam bana ateş diye el fenerini uzattı. Ben de fenerin ışığında sigaramı yakmak bahanesiyle uzun zaman duruverdim. Böylece adamın pilini bitirdim” diyerek böbürlenir.
Atalarımız ne güzel söylemişler; “kel başa, şimşir tarak” diye. Değil mi?