En güzel ahlâkî özellikleri şahsında toplayan Peygamber Efendimiz aleyhissalâtu Vesselâm’ın tevâsunu bugünkü yazımıza konu edelim istiyoruz sevgili dostlar.
Şaban ayının Sultânına sonsuz salâtu selamlar…
Allahumme Salli alâ Seyyidinâ Muhammed.
Sevgili Rasûlumuz aleyhissalâtu vesselam, asla kibir-gurur vasıflarını kendinde barındırmayan son derece alçak gönüllü bir zâtı muhterem idi. İşlerini hep kendi yapar başkalarının kendine hizmet etmesini tercih etmez, sâde ve mütevâzı bir hayat yaşardı. (1) Elbisesini yamar, nâlinlerini tâmir eder, mescidi bizzat süpürür, koyunları sağar, develerin yemlerini verirdi. Hiçbir şekilde kendisine ayrıcalık tanınmasına râzı olmazdı. Küba Mescidinin inşaatında kerpiç taşımış, savaşlarda hendek kazmış, evinin duvarını sıvamış, ashâbıyla berâber şehir dışına gittiklerinde ateş yakmak için odun getirmiştir. Evinde ailesine de çok hayırlı idi. Gece ağlayan bebeklere kalkar su içirir, yemek yapımında köle ve hizmetçilere yardımcı olurdu. Ben yüce Yaratıcı tarafından seçilmiş bir kişiyim, ben şanlı peygamberim demezdi.
Bütün bu güzelliklerin ve özelliklerin yanı sıra iki cihânın incisi O güzide Peygamber aleyhisselam, kimseyi bulunduğu konumundan dolayı küçük görmez, bu tavrın bir yücelik olduğunu belirtirdi: ‘Kim mütevâzı olursa, Allah onu yüceltir. Kim büyüklenirse, Allah onu zelil eder, alçaltır.’ Buyururlardı. (2) Bir gün kendisini ziyârete gelen ama karşısında titreyen bir sahabeye; ‘Sâkin ol kardeşim! Ben bir kral ve hükümdar değilim. Ben Kureyş’ten, güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.’ (3) Diyerek onu sâkinleştirmişti.
Yine insanlar arasında en büyük saygı ve hürmete lâyık olmasına rağmen bir meclise girdiğinde kendisine ayağa kalkılmasına asla müsâde etmez, nereyi boş bulursa oraya otururlardı; ‘Acemlerin birbirine tâzim ederek ayağa kalktığı gibi, siz de benim için kalkmayın.’ (4) Buyurmuşlardı. Bu ne büyük tevâzu değil mi? Bir de bize bakınız, makam ve mevki yönüyle üst düzeyde olan birisi bir meclise girse hemen ayağa kalkılır. Kalkmayan cezâyı yer. Halbuki Allah Rasûlu, Rabb’imizin en sevgili Peygamberi ve kendisine tâzim edilmesini hoş karşılamıyor. O güzel Peygamberin bizlere geride bıraktığı pek çok muhteşem ahlak misalleri vardır. O’nun her davranışında göze çarpacak bir uyum ve ahenk mevcuttu. O aleyhisselam kavmi arasına karışan bugünkü tâbirle tam bir ‘halk adamı’ idi yâni O aleyhissalâtu vesselam seçkin bir kişi idi fakat ‘bizden biriydi.’
Peygamberimiz ve arkadaşları, Mekke’den Medine’ye hicretlerinden sonra dokuz sene gibi kısa bir zaman içerisinde tüm Arabistan’a hâkim oldular. Efendimiz aleyhisselam çok çeşitli imkan ve nimetlere sâhip oldu ama dünyâya hiç rağbet etmedi. Yine hasır üstünde yatmaya devam etti. Hatta yattığı zaman mübârek yanağına hasırın izleri çıkardı. O’nun bu hâlini gören Hz. Ömer (r.a) Efendimiz; ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! İranlılar imparatorlarını saraylarda yaşatırken, Bizanslılar Kayserlerini lüks ve ihtişâma boğmuşken, Sen ki Allâh’ın Elçisi’sin… İzin ver de; biz de Seni, şânına yaraşır bir biçimde rahat ettirelim..’ dedi. Efendimiz ise: “ .. Bu dünya hayâtı sâdece bir eğlence ve oyundan ibârettir. Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (5) Âyetini okuyarak; ‘İstemez misin Yâ Ömer! Dünya onların olsun, ahret bizim.” (6) Buyurdular.
İşte O aleyhisselam dünya eksenli değil ahret odaklı yaşadı ve etrâfına da hep bunları öğütledi. Mekke’de çobanlık yaparken de Mekke’yi fethettiğinde de ayni tevâzudaydı, hiç değişmedi. Vefat ettiğinde üstünde giyilmekten yıpranmış, yamalı bir elbise vardı. (7) Bizler de bugün O güzel peygamberin tevâzusuyla hisselenebilmek niyâzıyla…
-------------
1- Ebû Dâvud, Edeb 40
2- Tirmîzî, Birr 82
3- M.Yusuf Kandehlevî, Hayâtüs Sahabe, III C. S.68 (M.Yusuf Kandehlevî, İslâmî Neşriyat, Konya, 1981
4- Ebû Dâvud, Edeb 152
5- Ankebut, 64
6- Hanbel, Müsned, II, 298
7- Buhârî, Humus 5/ Müslim, Libas 35