Kıymetli okurlar hep deriz ya, ‘sayılı günler çabuk bitermiş’, diye. İşte bir kutlu üç aylar zemininin, kutlu ikliminde, İki Cihân’ın Sultânı’nı yazdığımız mübârek Şaban ayı da tükendi, bu sene de bu güzel bereketli ay, elimizden gidiyor. Ancak, inşaALLAH O’nun şefaatine erişebilme çabamız yerine ulaşır. Satırlarımız O’nsuz kalacak, ama biz yolumuza devam ederek, nasipse müminlerin bir sene boyu özlemle beklediği Ramazan ayına erişeceğiz. Şimdiden hayırlı, mübârek olsun. Fakat an itibârıyla bizler, Şaban ayının bu son yazısında, O’nun tebliği vazifesini yazarak, satırlarımızı ve sizin de sadırlarınızı bereketlendirme arzusundayız efendim. Vira Bismillah;
**
Şaban ayının Sultânı Sevgili Peygamberimiz aleyhissalâtu vesselam, Rabb’inden vahiy yoluyla aldığı emirleri, insanlara duyurmakla görevli idi. O Allah Teâlâ’nın kâmil bir elçisiydi. O’na yüklenen bu vazife; ‘tebliğ’ idi. O’nun bu görevini, başka deyişlerle söyleyecek olursak; ‘ikaz etmek’, dâvet etmek’, ‘öğüt vermek’ şeklinde de söylenebilir. Bu kutsî işi yaparken de, Peygamber aleyhisselam, ‘Leyyin=yumuşak’ bir üslupla uyarması ve insanları korkutmadan, ürkütmeden, müjdeleyerek yapması istenmiştir. (Şuara, 3-4) Bu dâvet, şu ilâhî âyetler ışığında yapıyordu:
**
“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe, 28) “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!” (Hicr, 94) “Ey bürünüp sarınan (Resûlüm)! Kalk ve (insanları) uyar. Sâdece Rabbini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü şeyleri terk et. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. Rabbinin rızasına ermek için sabret.” (Muddesir, 1-7)
Peygamber aleyhisselam tebliğ görevine, ilâhî yol istikâmetinde, önce en yakınları olan ev halkından, akraba ve dostlarından başladı. Dâvet çemberini gün geçtikçe artırarak, tüm Arap yarımadasına hatta bu sınırları dahi aşan, yoğun irşad çalışmalarını büyük bir azimle, hayâtının sonuna kadar devam ettirdi. O’nun dâveti, sâdece Müslümanlara değil bütün insanlığı kapsayan âlemşumûl bir dâvetti. Aynı zamanda kendisinin bu kutsî dâvetini, pek çok ülkeye ulaştıracak elçiler yetiştirdi. Ve O’nun yetiştirdiği bu güzel kadro diğer insanlara en güzel misalleri teşkil etmiştir. Rabbi Teâlâ, elçisine tebliğ mücâdelesinde, O’nun nasıl davranacağına dâir birçok tavsiye ve teselliyi O’na bildirmiş, zorlukların üstesinden gelme yollarını göstermiştir.
**
Allâh’ın Kıymetli Elçisi, insanları Son Hak dîne dâvetinde, başarılı oldu. Bu başarının sırları, O’nun faziletli davranışlarında gizliydi.
İnsanlara Hak dîni veKur’an hakikatlerini anlatma davâsında, Peygamber aleyhissalâtu vesselam çok samimi idi. Anlattıklarını önce kendi şahsında yaşar, sonra tebliğ ederdi. Farzları bizzat uygular, yasaklardan titizce sakınırdı. Bu yönde o kadar ihlaslıydı ki, sözlerinden hemen herkes etkilenir, derecesiz istifâde ederdi. Bugün Efendimiz aleyhisselâm’ın bu yönünden, günümüz dâvetçilerine güzel misaller çıkıyor. Demek ki, önce kendimiz yaşayacağız, sonra anlatacağız. Yaşamadan anlatılanlar tesirsiz kalır. O güzel dâvetçi, kendi inanmadığını, benimsemediğini başkalarına tavsiye etmezdi.
Rasûli Ekrem aleyhissalâtu vesselam, yaşadığı sürece dâvetini büyük bir kararlılık, azim ve gayretle devam ettirdi. Asla yılmadı, pes etmedi. Bunun için en ufak imkanları dahi değerlendirir; ev toplantılarına, çarşı ve pazarlara, panayırlara hatta başka şehirlere kadar gider, dâvetini yapardı. Bu kutsî dâvet için gittiği ‘Tâif’ şehrinde, taşlanmasına rağmen, dizleri kan-revan içinde kalması karşısında hiç ümitsiz olmamış, yeise düşmemişti. O sıkıntılı durumda girdiği bir üzüm bahçesinde, kendisine ikram edilen üzümü, ‘Besmele’ çekerek yemesi üzerine, orada bulunan Hıristiyan bir köle (Addas) Müslüman olmuştu. Yâni O kıymetli Elçi, kimseleri küçük görmüyor, her muhatabı önemsiyor, karşındakine değer vererek Hak dâvâsını anlatıyordu. Şahısların yanı sıra, kabile başkanlarını dahi önemsiyor, onlara da, yüce tebliğini duyuruyordu.
Şaban ayının eşsiz kahramânı, yılmaz Hak Elçisi, hiç kimseye zorla İslâm’ı kabul ettirmek istememiştir. O’nun vazifesi, yalnızca tebliğ idi. Karşısındakinin kabul edip, etmemesi, kendi hür irâde ve vicdânıyla vereceği karardı. Bu sebeple hiçbir şekilde, Yahudi ve Hıristiyanları din değiştirmeye veya kendi dinlerini terk etmeye zorlamamıştır. Peygamber aleyhisselam tebliğ görevinde, asla şahsi bir fayda gözetmemiş, sâdece Allah rızâsı için vazifesini yapmıştır. (Şuara, 3-4) O güzel ahlak sâhibi Yüce Nebî, hem tebliğ görevinde hem de sosyal yaşantısında, kimsenin hatâsını yüzüne vurmaz, ikazlarını genel çerçevede yapardı. Bilhassa toplum içinde kimsenin mahcup edilmesine, gönlü el vermezdi. Tebliğ vazifesini yaparken, kendisine pek çok nezâketsiz, kaba-saba davranılmasına hatta bağırıp-çağırılmasına rağmen, O hiçbir şekilde aynıyla cevap vermemiş, hep onlara müsamahakar ve hoşgörüyle davranmıştır.
İşte böylesi güzel bir dâvetçinin ümmetine, bu yazılanlardan pek çok mesajlar çıkmakta. Haydi hayırlısı, uyalım, tâbi olalım Allâh’ın Elçisine inşaALLAH. Şaban ayının bu son yazısında yine şefaatini umarak bitirelim yazımız efendim. Hayırla kalınız.
Cumânız hayırla dolsun. Bu gece sahura kalkacağız. Şimdiden Ramazanınız, mübârek olsun.