İnsanlık tarihini gözler önüne getirin!
Milyonlar yıl süren bir dünya hayatını düşünün!
Tâ ilk insan Hz. Âdem (a.s.)’dan bu yana... Onca insan... Nice nesiller, nice kavimler gelip geçmiş. Kimisi az, kimisi de uzunca yıllar yaşamış. Kimileri îman etmiş, kimilerini de inkârlarından dolayı Allah (c.c.)’ın azabı amansız bir şekilde yakalayıvermiş. Pek çok dehşetli olaylar yaşanmış. Niceleri ebedî hayatın ebedî lezzetlerine, pek çokları da bitmeyecek azabına ulaşmış.
Tabiidir ki bu uzun süre içerisinde Yüce Allah’ımız, pek çok peygamberler göndermiş ve insanları kendisinin varlık ve birliğine îmana ve de emrettiklerini yaparak yasakladıklarından da kaçınmaya davet etmiş. Sonuçta ise mahşer günü herkes, peygamberinin yanında toplanacak, peygamberler de ümmetlerini tanıyacaklardır.
Bizler de inşaallah son peygamber Kâinatın Efendisi, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz tarafından tanınacağız. Ama nasıl? O halde bunu öğrenelim:
Ebû Hureyre (r.a.)’den; Rasûlullah (s.a.v.) bir kabristana gelip:
-“Ey mü’min cemaatin diyârı! Selâm üzerinize olsun! Allah dilerse, biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmüş olsa idik ne kadar sevinirdim” buyurdu. Ashab:
-“Ey Allah’ın Rasûlü! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?” dediler. Rasûl-i Ekrem:
-“Sizler benim arkadaşlarımsınız. Kardeşlerim ise henüz gelmediler. Bundan sonra (gelecek olanlardır)” buyurdu. Ashab:
-“Ey Allah’ın Rasûlü, henüz gelmemiş ümmetlerini nasıl tanıyacaksın?” dediler. Rasûl-i Ekrem:
-“Şâyet bir adamın; alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, tamamen siyah ve hiç alacası olmayan at sürüsü arasında kendi atını bilemez mi? Bana haber verin,” buyurdu. Ashab:
-“Evet, bilir Allah’ın Rasûlü!” dediler. Rasûl-i Ekrem:
-“Onlar da abdestten alınları ak ve el-ayakları parlak olarak gelecekler. Ben Havz’ımın başında onları bekleyeceğim,” (Müslim, Tahâret 39; İbn Mâce, Zühd 36) buyurdu.
İşte abdestin önemi.
Güzelce abdest alıp namaz kılan mü’minin sonu böyle olacak. Ya abdest almayan, namaz kılmayan mü’minlerin hâli ne olacak? Onlar nasıl tanınacaklar acaba?
Ne mümkün? Artık o an insan dünyada kazandığı bütün mal ve mülkünü vermeye kalkışsa acaba kurtulabilir mi?
Allah’ın Rasûlü’ne kendisini ne kadar da tanıtmaya çalışacak değil mi?
-“Ey Allah’ın Rasûlü, ben de senin ümmetinim, ne olur beni de sancağının altına al,” diye nice diller dökecek hiç düşünebiliyor musunuz?
O zaman Peygamberimiz (s.a.v.) de:
-Hani senin abdest nûrun niçin yok, ben seni tanımıyorum, demeye hak sahibi değil midir?
Çok gafletteyiz. Ebedî hayatı, o günleri, ölümü ve hesabı hiç düşünmeyen kardeşlerimiz pek çok değil mi? Ne kadar yazık! Allah onları uyandırsın! O halde durmayıp, bir kardeşimizi bu uykusundan uyandırmaya çalışmamız gerekir. O zaman biz de çok şeyler kazanmış olacağız. Meselâ bu konuda müjdeli bir haber şöyledir:
Muaz b. Cebel (r.a.) rivâyet ediyor. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar:
“Allah’ın senin vasıtanla bir kişiyi hidâyete erdirmesi senin için, kırmızı deve sürüsünden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Ashabı’n-Nebî 9)
Abdest konusunda yine Ebû Hureyre (r.a.) dedi ki: Ben Rasûlullah (s.a.v.)’i şöyle söylerken işittim:
-“Ümmetim; kıyamet günü yüzü, abdest uzuvları (secdenin, abdestin nûru ile) parlar bir halde da’vet olunacaklar. Kim parlaklığı uzatmaya gücü yeterse (îcabını) işlesin.” (Buhârî, Vudû‘ 3; Müslim, Tahâret 35)
Öyleyse çocuklarımızı ve etrafımızdaki kardeşlerimizi uyaralım. Bu gayretten uzak kalmayalım.
Rabbim bizleri uyandırsın ve Hak yolundan ayırmasın!