Kimsenin yaşantısı güllük gülistanlık değil, azizim. Eğer öyle görünüyorsa, 'gördüğünün yarısına inan' diyen atalarımızın bu sözünü hatırla. Gölün üzerinde öylece, zarifçe ve kolayca süzülen bir kuğuyu düşün örneğin. Güzel bir kuğuyu... Suyun altında, ayakların nasıl bir çabayla biteviye çırpındığını; sarf edilen o gayreti ve verilen emeği hesap et.
Bunu bilmek, kendini ayrıksı görmene engel olacaktır en azından. Çırpınan tek canlı sen değilsin. Hatta çırpınmayan, gayret ve emek sarf etmeyen tek bir canlı bile yok. Aksi için, ölü olmak gerekir.
Dünya hayatı işte, azizim... Buranın cennet olduğuna ve olacağına dair verilmiş bir söz yok. Gerçi cennet kelimesi, eskiden daha eski zamanlarda, oradan ayrılıp buraya geldiğimiz asıl vatan; ana vatan olduğu için her zaman duygulandırır beni. Hatta şimdi izin ver de, bu hasretle ilgili yazayım birazcık, azizim...
Tanımadığı ve bilmediği bir şeyi, nasıl olur da özleyebilir ki insan? Ne saçma şey! O tanışlık ve o bilgi, ilahi ve kesin bir buyruğun emriyle hatırımızdan çekilip alınmış; unutturulmuşken üstelik? Yine de bu özleme ve arayışa izin verilmiş olunmalı ve fakat. Gizemin de böylece başlamasına müsaade etmiş olmalı, adını sevdiğim...
Dünya'yı, çok geniş bir yatağa benzetebiliriz böylece. Doğumla birlikte başlayıp, bir ömür boyu süren uyku da, 'hayat' diye bildiğimiz derin bir uyku hatta koma halidir öyleyse. Anesteziyi alan ruh, bedenlenip doğuyor işte. Sonra başlasın o gölün altındaki, gözden uzak ama varlığı kesin olan ayak çırpınışları... Dedik ya, buranın cennet olduğuna ya da olacağına dair verilmiş bir söz yok.
"Peki ne isterdin yani? Hiç çırpınmadan ve yorulmadan öylece süzülmeyi mi isterdin akışkan bir halde? Tembellik denir buna apaçık!" diyorsun. Yok, yok! Daha çok, kişi zamirlerinin olmadığı, o ortak enerjinin senlere, benlere, onlara hatta milyarlara bölünmediği taraf aklımı çeliyor benim.
Düşünsene, aslolan yalnızca tek, bütün, kocaman bir enerji var. Kılıklara -bedenlere- girmemiş, sayısız parçaya bölünüp mecazi benliklerin içine hapsolmamış, öyle özgürce her şeyi kaplayan ortak bir bütün, bütünlük... Kavga mı edeceksin, ya da, küsecek veya kızacak misin? Kime yapacaksın peki bunları? Kiminle? Orta yerde bir kimlik var da onunla mı boğuşacaksın?
Hz. Musa ile firavunun el ele verip, seyirciyi selamladığı bir tiyatroyu izlemişsin mesela. Alışkanlıktandır, "Ama?!" diyeceksin ilkin. "Bir dakika!"... Sonra da sır dolu ve bilgece bir edayla gülümseyecekler sana. "Roller bitti artık. Oyun bitti." diyecekler. Şer'i kuralları terk edip, hakiki olana; hakikate varmışsın meğer. Dedik ya, kişi zamirleri yalnızca o eski ama gerekli sürgün diyarında kalmış da, bütün ve tek olanın varlığında yok olmuşsun sadece...
Tabi bunlar masal ve misal şimdi sadece. Öyle istenmiş. Ne diyebilirsin? Bu muradın hikmetine teslim olmaktan başka ne yapabilirsin ki?
Şimdilik bunları ben yazarım, sen okursun, onlar hatta milyarlar dinler. Suyun üzerinde o zarifçe süzülüyor gibi görünen kuğunun da ayaklarına güç kuvvet dileyebiliriz sadece.