Toplumsal ilişkilerimiz önce en yakın ailemizde başlayarak, komşular, tanıdık ve arkadaşlar, çeşitli vesilelerle irtibata geçtiğimiz insanlara kadar devam eder.
Sosyalleşme tıpkı din gibi ihtiyaçtır. İslam sadece bireysel bir din olmayıp bizatihi sosyal bir din olmakla birlikte ruhbanlığa yer vermez. İslam sosyalleşmeye büyük önem vermekte, insanı daima toplumun içinde tutarak insanın bu ihtiyacını karşılamaktadır. İslam'da ibadetler dahi çok azı bireysel olsa da geneli içtimai yapılan ibadetlerdir. Hac, namaz, zekat vb. gibi. Yine ramazan-oruç sosyalleşmenin, paylaşmanın en yoğun olduğu ibadet ayıdır.
Paylaşarak mutlu olabilen tek canlı insandır herhalde. Elindeki herhangi bir şeyi başka bir insanla bölüşmek muazzam bir sevinç meydana getirir, bu hazzı sürekli hale getirmek için de insan devamlı devamlı paylaşmak ister. Bunun en güzel örneği zekat, sadaka, ramazanda iftarlardır. Gün boyu aç kalan nefsin terbiyesinde en önemli unsur aç kalmaktan ziyade akşam ezanıyla birlikte yemeğe başladığı an, bir tas çorbayı diğer insanlarla birlikte paylaşmaktır. Müslüman iftarda doyuma yemekle değil, diğer insanlarla birlikte yiyerek ulaşır. İnsanın sadece bedeninin değil aynı zamanda ruhunun da doymasıdır bu. Yemek insanın bünyesini doyurmaya yararken birlikte yemek, mutluluğu paylaşarak ruhunu doyurmaktır esasında.
Materyalist görüş maddeyi yani kuvveti üstün tutarken, maneviyatçı görüş manayı yani hakkı üstün tutmaktadır. Maddeci görüş egemen olduğu zaman dünyada zulüm baş göstermektedir. Dünyanın başka yerlerinde bulunan çok çeşitli nimetlerinin farklı bölgelerdeki insanlar tarafından keşfedildiği dönemden bu yana yeryüzünde kısmi olan zulüm ve sömürüler bu yeni dönemin getirdiği sorunlar küresel olarak yeryüzüne yerleşti. Müslümanlar İslam’dan uzaklaşınca bizim coğrafyamız dünyada bu durumdan en çok etkilenen bölge oldu. Batılılar üzerimize ''sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi'' üşüşüyorlar. Bugün Müslümanlarda birlik ol(a)madığı gibi birbirlerini boğazlıyorlar, dolayısıyla nimetleri paylaş(a)mayıp, Batılılara kaptırıyorlar. Allah'ın vermiş olduğu birçok yeraltı, yerüstü nimetten bütün Müslümanlar faydalan(a)mıyor. Bu nimetlerden yararlanan mutlu bir azınlık var ve Batılılarla birlikte Müslümanları sömürmeye devam ediyorlar. İş birlikçi idareciler nedeniyle İslam ülkelerinde işgal ve sömürünün arkası bitmek bilmiyor. Yine ülkemizde ve diğer zengin İslam ülkelerinde zekat müessesi doğru çalıştırılmış olsaydı ve zulmün kimden geldiğine bakmadan Müslümanlar haksızlıklara karşı durabilseydi yani cihat şuuru yerleşseydi, bugün açlıktan ölen çocuklar olmayacak, hakça bir paylaşımdan bahsediyor olacaktık. Müslümanlar dünyanın farklı yerlerindeki açlıktan ölen insanların farkında olmadığı gibi kendi ülkesinde aç, sefil insanlardan da bihaber yaşıyor. Emperyalist işgal coğrafyamızı olduğu gibi kültürümüzü de işgal etmiştir. Kendi kadim geleneğinden uzaklaşan Müslüman Batı kültürünün etkisinde kalarak modernleşerek sekülerleşmeye başladı. Böylece Müslümanlar bireyselliği benimsediler, İslam'dan ve insanlardan uzaklaşarak birbirine yabancılaştılar öylece aradaki bağı kopardılar.
Müslümanlar bugün "Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi (olgun) mü'min değildir." (İbn Ebi Şeybe, Kitabu'l-iman, (nşr. el-Albanî), s.33 (Dımaşk ts.) hadisini fakir komşuya yalnızca bir kap yemek vermek ya da eline birkaç lira sıkıştırmak olarak anladı, onu da yanlış anladı.
Halbuki zengin Müslümanın komşusu da yine zengin Müslüman haddizatında.
Zengin Müslüman sofrasına, bilmem kaç yıldızlı otellerde verdiği şatafatlı iftarlara(!) fakirleri davet etmiyor ki!..
''Komşusu açken..'' derken açlıktan sadece yemeği, içmeyi anladık. Manevi açlıktan hiç bahseden olmadı. Azılı, kudurgan nefis terbiye edil(e)mediği için içtmai sorunların en başında, yükselen ego geleceğin en büyük sorunu olacağa benziyor.
Gene maddi diğer birçok sorunun ve en önemlisi sevgisizliğin de komşularımızın açlığı olduğunu anlayamadık. Seküler Müslüman bireyselleştikçe sadece kendini düşünüyor. Kendine göre yaşıyor. Kendin seviyor... Böylelikle 'komşusu açken' denince açılığı sadece bedene mahsus sanıyor. Maatteessüf yanı başındaki aç fakiri doyurmuyor.
Büyükşehirlerde bugün yan komşusunu tanımayan insanlar var. Aynı apartman çatısı altında olduğu halde binada, asansörde selam vermediği komşuları var. Bir selamı dahi çok görüyor birbirine.
Büyükşehirleri de geçtik artık köylerde bile eski komşuluklar kalmadı. Halbuki Peygamber Efendimiz (sav); ''Cebrâîl bana komşuya iyilik etmeyi o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim. (Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr, 140-141) buyurmuşlardır.
Velhasıl eskiden bir tas çorbayı bir kuru ekmeği bir acı soğanı paylaşmaktan utanmazdık. Elimizdeki nimete şükreder, bunu paylaşmak isterdik. Şimdilerde elimizde ne acı soğan kaldı ne de paylaşma isteği!
Selam ve dua ile...