Açız. Karnımızın aç olduğunu söylemiyorum. “Açız” diyorum. Kendisiyle özdeşleştiğimiz ve sırf bu sözcükle bile tanımlanabileceğimiz bir açlık bu. Açlığın ta kendisi olacak kadar aç ve açlıktan ibaretiz.
Hiçbir yiyecek doyurmuyor. Doymak, insanın en büyük hayali oysa.
Fakat görünmeyen ama sayesinde doyup beslenebileceğimiz dev bir pasta var. Biliyoruz. Bu bilginin verdiği şuur hepimizde mevcut. Doğuştan. Pasta için de ‘dev’ kelimesini kullandım ama tek bir sözcüğün içine sığamayacak kadar muazzam bir büyüklük bu aslında. Yeryüzü ve gökyüzünü kaplayabilecek boyuttaki bir pasta bu.
Ona karşı duyduğumuz sonsuz bir iştahla doğuyoruz. Onu isteyip arama emri verilmiş sanki. Hayatta kalmayı sağlayan bu gizli buyruk, damarların içinden akıyor. El mahkum bir arayış. Hedeftekini de gözlerimizle bir türlü görüp seçemediğimiz için çılgınca bir arzu, merak, arayış ve yorgunluk çıkıyor ortaya tabi.
Bu pasta nerede tam olarak? Nerede? Ona nasıl ulaşabiliriz? Akıllarda hep bu soru. Hissedilen ölümüne açlığın verdiği akıl almaz iştah ve arzu ile biteviye süren arayışın verdiği yorgunluk da, belki ancak 25 saatlik bir uykuyla dindirilebilir, her gün. Dizinde derman kalan varsa beri gelsin.
Hayatın en sert ve zorlu şartları altındaki kişiyi de, en tepedeki ve halinden memnun insanı da, bu ikisinin arasındakileri de ilgilendiren; tüm insanlığın ortak paydası haline gelmiş bir açlık ve sefer hali bu. Ta ki onu bulup, yiyip, doyup ve bu doygunlukla tam bir bütünlenme ve tatmin haline erişinceye kadar.
Pasta arayışının akılları içinden aldığı başlar, türlü türlü kimliklere bürünmüş oysa. Kimse açık açık aç olduğunu ve o pastayı aradığını söylemiyor ama herkes farklı farklı rollere, yaşam ve geçim şartlarına kendini kaptırmış görüntüsü veriyor kendisine. Herkesin üzerinde sakil duran ve adını tam koyamadığımız o ‘şey’, işte insanın kendi üzerine biçip giymeye çalıştığı bu sahte ve soyut giysidir. Gerçeğin üzerini örtme çabasının ürünü olan kılıktır. Söz gelimi çıplaklığın utanç duyurma sebebi çıplaklığın kendisi değil, pasta arayışını ve açlığını açıkça göstermesi olurdu, kişinin. Bu yüzden o giysiye ihtiyaç duyuyor ve onu giyiyoruz. Bu noktada hepimiz aynı olduğumuz halde, gerçekliği ve iç yüzü gösterme konusunda birbirimizden utanıyoruz ya, bu da garip olduğu kadar gülünç bir çelişki gibi de gelir bana hep aslında. Kimse çıkıp “kral çıplak” demiyor, doğduğundan bu yana tek gayesinin o pastadan bir dilim koparabilmek olduğunu söylemiyor tabi mertçe.
Hissedilen içgüdüsel açlığı ve bunu gidermek için girişilen ilkel arayışın üzerini kapatan o sakil ve görünmez giysiyi herkesin üzerinde farklı şekillerde algılamak mümkün. Tabi görmesini bilene. Sosyal hayatta ve sosyal medyada, aslında ‘sosyal’ kelimesini içinde barındıran tüm kavramlarda, insan içinde yani kalabalıkta, kendisini her zaman makul hatta hayranlık uyandıracak derecede normal ve güzel -evet “hayranlık uyandıracak derecede normal” dedim- gösteren, çıkıp da “yoğurdum ekşi” demeyen, en karanlık ve çirkin yönlerini profesyonelce maskeleyip gizleyen insanları görüyorum. Çünkü normal ve güzel olmak, o pastayı bulmak için gerekli olan ön koşullardan birisidir. Biliyoruz. Doğuştan. Hem, aldığı asgari ücretle 6 nüfuslu ev halkını geçindirmeye çalışan kişinin çabasıyla da, inanılmaz raddedeki bir servete sahip olan kişinin çabası da aynı düzeydedir, o pastadan bir dilim alabilme konusunda. Nitekim, parayla ilgisi olmayan çok daha hayati ve derin bir mevzudur bu.
Yaşama arzusu, hayatta kalma, kabul görme, onaylanma ve beğenilme… Pastanın muhtevası budur. Hiçbir zaman varılamayacak bir durağa varma hayalidir bu bakımdan hayat. Yoruculuğu bundan. Çekiciliği de öyle. Leyla’ya varma yollarındaki mecnunlar, yarım akıllılarız bu açıdan da. Ve hiç kimsenin ama hiç kimsenin hayalini kurduğu o tatmin, doygunluk ve bütünlük haline ulaşamayacağı bir maceradan ibarettir dünya hayatı. O pastadan kimse bir dilim alamadı da, alamayacak da. İnsan buna yazgılıdır. Açıkça da yazılıdır. “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir, ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut, 64)
O halde siz siz olun da o pastanın peşinden koşmayın iyisimi boş yere.