Boğum boğumdur; köklerine indiğimizde “kader çizgileri” başlar.
Şahsiyetimizin ferdiyetimizin “izleridir”. İmzamızı sergiler… Yoğunlaştırılmış eylemlerde işler.
Çoğu defa başka organlarımız, aklımız ruhumuz, diğer variyetlerimiz gibi farkına varmayız.
Sız(ı)lanır, başına bir iş gelir, kesilirse -acı süresince- uyanırız… Ezası cezası mesuliyeti vardır oysa sancılanırız.
Kumaşla deriyle ihtimamla sarar sarmalarız. Eldivene de girer.
“Şehadeti” en akıllısıdır, “ortası” politikacısı, “serçe parmağı” en cana yakını…
Birleştirir, çok şey tutarız.Ama “tuttuğumuzun” ilerisi gerisine bakmayız. Tutulan nesne murdar ve iğrenç olabilir hâlbuki. Bazen pisliği, parmaklarımızın sıkıştırdığı maşayla tutarız, veya oynattığı başka parmaklarla. Mesele bizim kullanışımız…
Sözgelişi kalem alırız. Kelimeler etrafa çamur sıçratır; necis harfler ve kalem(bilgisayar) haysiyetsizce, bir kötülük aleti olarak kendini, sahibini ve çevreyi kirletir. Tuttuğumuz şeyi ezer; kimi zaman batırırız.
“Takılırız”. Sevdiklerimiz vardır, sevmediklerimiz… İrademizi göstermemiz icabeden yerler... Bu parmaklar ne(re)lere uzanıp gider.
Yumruklaşır, elleşirken kimleri döver. Dağıttığı gibi, toplar çeker çevirir, döner ölçer biçer.
İskambil destesi de alırız; aslında herkes kendi kaderini çeker.
Yeri geldiğinde kırılır, başı koparılır, türlü sıkıntılarla kalakalır. Görüldüğü üzere, kişilikleri bulunduğu gibi, çizgileri “yazıları” vardır. Aynı adam mı, aynı parmak mı diye şaşalarız. Herhalde evrim devrim geçirenleri de az değildir. “Dönüşenleri” de aralarında...
Parmak parmak üstüne bindiğinde küseriz; ara sıra lâdese niyetleniriz.
Doğuştan parmaksızdır kimileri; altı(n) parmakla yeryüzüne gelir birileri…
Bir parmak gösteririz, herkesi sustururuz; gün gelir parmak şaklatır, hayvanları bile terbiye eder, koştururuz.
Sonra, sonra..tadarız.. Yağa bular banarız, çalar çırparız, kastanyet takarız.
Kalbimizin, zihnimizin, midemizin de “parmakları” mevcuttur…
Sağdan verilen defterleri tutanları... Çok eskiden olup “yârimin parmağını bir görseydim” diye yananları…
Bazıları, kalpleri karıştırır, ifsat eder. Bazıları gökleri işaretler. Bak şu işe, rehberlik tanıklık da ederler.
Parmaklarımızın ucunda mı yükseliriz? Ki ayak parmakları bizi yürütürler.
Aslında kendimize doğru çevrilse de, dışı hedeflese de; bilelim bilmeyelim hep “O’na” delâlet eder.
Lider parmakları aranır bulunur ki, peşlerine düşülür gider.
Kimi zaman nişanlıdır. Bazı kalplerdeki gibi yüzük takılıdır. Anlaşılır ki, boyuna posuna bakmaz sevdalara düşer, evvel akıllıdır.
Bir eylem de bulunabilmesi için, 2’sinin, 5’nin, 50’nin bir araya gelmesi gerekir bazen.
Küfreder, bit kırar, alır başını bir yön tutturur gider. Bal tutan parmağını da yalar, avucunu da…
Göstericidir. Israrcıdır, edepsizdir. “Parmağını sallar… Bir parmakla karşısını gösterir, ama üç parmakla kendisini gösterir. Kendisi daha büyük mesuldür. Bunu unutur*” neyler.
Marifetlidir, onunda hüner gezer… Keyiflendiğinde sefasından trampet çalar. Neyin deliklerinde, müziğin derinliklerinde oynar.
Damgalarken sorumluluk altına sokar. Basar bastırır.
Mütedeyyindir, parmak ucunu göstermez... Çıtlatır sıkça, sıkıntılı bekleyişleri sevmez.
Meşgalesidir, kendi üstüne düşer, estetik harikadır. Zaten “boyamak” parmak ucundan başlar. “Parmak atlar”; soluğu “kuaförde” alır. Kırmızı tırnaklarıyla gururlanır.
Her yiğidin kalbinde bir “parmak çocuk(!)” vardır; her kadının yüreğinde bir “er parmağı”…
Bazen “sanal parmak” olur, teknolojik alâmettir. Girer çıkar, adresler gösterir, belgeler bilgiler açar, siteler devletler çökertir. “Parmaklar arası” işbirliği yapar.
Şuncacık boyuyla türlü işler çevirir, oynatır durur, dediğim dediktir. An gelir, dünya yansa yerinde sabittir, tüyünü kımıldatmaz.
Bir de meslek tutar. Sanatkârların parmakları bir “güzellik ölçüsünü” belirler...
Mimarların ki inşalar yapar… Marangozlar “oduna” şekil verir... Takozla uğraşanları da karşımıza çıkar… Gizli servis elemanlarının dolandıkça dolanır…
İkide bir parmak atanlar, ortalığı bulandırır. Dünya ahvalidir, ağzı açık bırakır, şaşkınlıktan parmak ısırtır.
Kimi parmaklar daha saygıdeğerdir, “sayı’lıdır”. Çünkü “etiket” tutar.
Ortalığı kalıplı, endamlı, cilalı fakat “parmak kadar” adamlar kaplamıştır. Esasen parmağımız değil biz “dolama” oluruz.
İtiraf etmeli ki.. bir “arpa boyu” değil.. bir “parmak boyu” yol alırız.
*(Tuğrul İnançer’in sözü; Ö.Tuğrul İnançer, Kenan Gürsoy; Gönül Gözü; Sufi Kitab)