Kısmî normalleşme süreciyle birlikte, monoton zannettiğimiz hayata yeni adımlar attık. Sevdiğimiz, alıştığımız kültürel programlar tekrar başladı.
TYB Konya Şubesi’nin yüz yüze ilk programı; “İslâm Felsefesinde İbn-i Sinâ” ydı.
Bu ve benzeri faaliyetleri ne kadar özlediğimi fark ettim. Normal olarak tanımladığımız bir yaşantıya duyulan, tuhaf bir hasret…
Sınırlar vardı gerçi. Maskeyle yüzümüz örtülmüştü. Sadece gözlerimiz ve alnımız açıktı. Ancak sanırım bu yeterli ve elzemdi. Keşke bir de başımız dikleşseydi.
Bir taraftan, mesele neden yapıldığı, cinsi değil; biz her zaman envaiçeşit maskeliydik de; gör(ün)mezdik bilinmezdik de, diyebilirdik elbette.
Yüz yüze, göz göze; konuşma(cı)yı yakinen takip ettiğimiz; araya bilgisayarın, beyaz camın, telefonun hatta bazen mikrofonun varlığının kalktığı programlar.
Ezber bozan, tahmin etmediğimiz irticali, insanlık hâli konuşmalar.
Dip dibe yahut mesafeli oturmalar, kalkmalar. Fakat aşılmaz duvarlarla çevrili, örülü değil.
İnsan sıcaklığını hissettiğimiz, sevdikleri arkadaşları bire bir gördüğümüz, nefeslendiğimiz; belki ruhlarımızın da bir araya geldiği, kaynaştığı ayarlamalar, toplantılar.
Ortama sinen, yılların getirdiği emek, bilgi, öz…
Mekân duruşu, varlığı, sizler bizler…
Bir tutam arzu. Bir kucak sevgi. Çoğalışlar.
Teknolojinin sağladığı imkânları, sanal âleme girip çıkmaları, sosyal medya mecrasını; kendi mekânınızın getirdiği konforu, serazatlığı, hafiflik ve takip ettiklerinizle bir nevi sarhoşlaştığınız, hızlı (uçucu) zevki inkâr edemem tabii.
Ya da mesela; karakterle, haberle, esasen camı perdeli(!) engelli yıldızlarıyla, dizi diziyle, çevrilen türlü filmle(!) haşır neşir olduğunuz, içinde oynadığınız, uyuştuğunuz bir vasatı…
Lâkin bana öyle geliyor ki; donuktur, sunidir, belki karanlıktır, bir yönüyle iticidir.
Özlemişim.
Mekânın huzuru, gidilen gelinen yollar, selamlaşmalar, orada oluşan birikim, tecrübe, hatıra yumağı. Unutamadığım.
İçilen çaylar, yapılan ikramlar ayrı güzeldir. Her yerde bulamadığım.
Bazen fazla yüz vermediğimiz, burun büküp, eleştirdiğimiz programlar bile nasılsa caziptir. Öyle gelir.
Çekim yapılıyorsa, kameramanın izleyicilerin hareketleri, yüz mekân ve satır arası okumaları; bazen günlük düzeninizdeki sıkışıklık ve etkinliğe vakit ayırma çabaları…
Trafik, yetişme heyecanları, telâş, son anda gelenler, rastlantılar, hava durumu, belirgin bir atmosfer, kendinizi tecrit ettiğiniz ve içinde kaybolduğunuz kalabalıklar, renkli konuklar, sürpriz ve ayrıcalıklar…
Tahmin dahi edemeyeceğiniz manevî paylaşımlar, soru(ş)lar, noktalamalar ve sunuşlar…
Tesadüflerin, iştiyakın, açılışların getirdiği, bin bir duygunun karıştığı, baş gösterdiği bir ortam.
Aranıyor, isteniyor, bekleniyordu işte.
Kokumuzun sindiği, elimizin değdiği kitapları, defterleri, kalemi, bir şeyler karalamayı, sayfalarda inşaatla(!) uğraşmayı, cümleler kurmayı sevdiğim gibi; o eski programlardaki haslığı, muhabbeti arıyor ve hoşlanıyordum herhalde.
Kısıtlamalar olsa da; hoş geldin yeni dönem, biliş, duyuş, öğrencilikler ve çizgiler!
Hoş geldin!