TYB Konya Şubesi’nin hazırladığı, “Cumhuriyetimizin 100. Yılında Türk Hikâyeciliği” programında, bendeniz de Kadın ve Öyküyü anlatmaya çalıştım. Şimdi bu konuşmamdan bazı bölümler sunuyorum:
“Büyük bir değişim/dönüşüm dönemi olan Cumhuriyet Devri’nde; Kadının özne olması, kadın sorunlarını işleme, “yazarak” kadın rengini görünürleştirme bakımından değişik çıkışlar, açılımlar yaptı kadın yazarlarımız.
Yazmayı( hayat biçimi, yazdıkça nefes almak ve yaşamak; incinmiş bir ruh meselesi, insanın kendi türüne ettiği ihanete kayıtsız kalmamak, mutluluk kaynağı, ateş çemberinden geçmek) gibi ifadelerle değerlendiren kadın yazarların, öykücülerin fikrî yapılarına göre, yazıyı yoğurma biçimleri ve edebî haritaları da değişiyor. Sosyal değişmeler, iktidarla ilişkiler, edebî modalar, batılılaşma hareketleri, bireyselleşme, gelenekten kopuş, feminizm gibi akımlar, edebiyatı da derinden etkiliyor.
Kadın ve öykü konusuna gelirsek, ortak bir kanaat şöyledir. Âlim Kahraman, Modern Türk Hikâyesi’nde: “... 1960, 1970 ve 1980’li yıllarda Türk hikâyesindeki imza zenginleşmesine paralel olarak kadın hikâyecilerin sayısı önemli bir artış göstermektedir” demektedir.
Ama kitap yayınlamak bir ölçüyse, Kemal Gündüzalp’in araştırmasına göre, mesela 2022’de yayınlanan öykü kitapları içerisinde; “yeni kitaplarda kadın yazarlar yine azınlıkta kalıyorlar (118-59). Toplamda (389-241) ise erkek yazarların yarısından fazla görünüyorlar.”
Genelde kadın yazar sayısı az, tabii nicelikten ziyade niteliğin önemli olduğunu da unutmamak lazım.
Şimdi, kadın öykücülerin işledikleri konulara, temalara, yaklaşım ve yönelişlere kısaca bir göz atalım:
*Öykü Dünyasında; yer yer öfkeli ve isyankâr.. kadının algılanma biçimine, erkeksi düzene eleştiriler getirildi. Erkek tarafından uygulanan fiziki ve psikolojik şiddetin altı çizildi. Varoluşçu bir anlayışla, çağdaş insanın toplumla çatışması işlendi.
* Bazı öykücülerin yapıtlarında, annelik ve kadın duyguları reddedildi; aile gibi temel kurumlara karşı çıkıldı, Osmanlı’dan gelenekten gelen her şeyi yıkmak hedeflendi.
*Dünya görüşleri çerçevesince, özgürlük talebiyle, cinselliğe değinildi. Kadının toplumdaki yeri ve ahlaki değerlerin eleştirildiği bir hayat görüşü aksetti.
*Anne çocuk ilişkileri, çocuk dünyası.. ama kimi öykülerde problemlerini sevgiyle halleden mutlu aile tablolarına yer verildi.
*Başkaldırısını biçimde ve yazım kurallarında da gösterenler; Yeni bir edebiyat ve dil oluşturmaya çalışan, deneysel arayışlar da bulunanlar vardı.
*Kadınların kapalı kuşatılmış dünyaları, yalnızlıkları, uğradığı haksızlıklar, zaafları ve güçlü tarafları yazıya aktarıldı.
*Ölüm, intihar, insanın mağlubiyet ve çöküş anları, içsel sunuşlar edebî mahsullere geçti.
*Öykülerde; geleneğine yabancılaşmış, boşlukta çırpınan, sinirli, takıntılı aykırı karakterlerin, hasta insanların iç dünyaları yer bulduğu gibi; Covid-19, Alzeimer gibi günün hastalıkları, panik atak, sosyal fobi çeşitli ruhî durumlar, sarsıntılar hikâyelere girdi.
*Modern insanın parçalanmışlığı, toplumdaki bölünmüşlük.. Aydın, halk arasındaki temel uçurum, iletişimsizlik, bireysellik, ferdi umutsuzluk ile bunalım dile getirildi.
*Şiirsellik, ironi ve yergici yaklaşımlar, kimi öykülerin gidiş yoluydu.
*Dil hassasiyeti olan, özenli bir Türkçe bilinci ve dil işçiliği sergileyen zarif öyküler de kaleme alındı.
*Anadolu kökenli duruş ve Anadolu’dan pek çok manzara, görüntü aksetti.
*Güzel ayrıntıların, küçük güzellikler, küçük mutlulukların dünyası anlatıldı.
*İyimser bir bakış açısıyla; sevgiyi öyküsünün öznesi yapan; aşkı merkez alıp bütün boyutlarıyla anlatmaya çalışan sıcak hikâyeler yazıldı.
*Gerçekle, gerçeküstü arasında gidip gelen, masalsı öğelerle süslenen olaylara fantezi ve güldürü penceresinden bakan metinler görüldü.
*Postmodern tutum öne çıktı; üst kurmaca, bilinç akışı, metinlerarasılık, ironi, büyülü gerçeklik, fantastik kurgu revaçta oldu.
*İlerleyen yıllarda, dijital teknolojinin gelişimiyle, sadece büyük şehirlerde değil, Türkiye’nin diğer illerinde de yazarlık sesi daha fazla duyuldu; iletişim arttı.
*Güncel olaylar, ağrılı zamanlar; Türkiye’deki çeşitli dönemlere ait fotoğraflar, başlangıçlar, anılar hikâyeleştirildi. Ülkenin siyasi, sosyolojik, kültürel dokusunu yansıtan öykülerle okur buluşturuldu.
*12 Eylül, 15 Temmuz, 28 Şubat gibi darbe vb. hareketlerin baskıcı ortamı ve getirdiği meseleler; terör ve anarşinin sebep olduğu yıkımlar anlatıldı; düzen eleştirisi yapıldı.
*Hapishane hayatından kesitler, cezaevi atmosferi, tutukluların yaşayışları kâğıda döküldü.
*Küreselleşmenin getirdiği tektipleştirme; kadını erkeği inşa edeceğiz derken kimliksizleştirme ve yeni “sayıların” üretimi eleştirildi.
*Egemene güçlüye eklemlenme çabaları, gönüllü kuyruklu kullar, dik durma korkusu, küçülen gönüllerin hicviyle kalem sivrildi.
*Dindar, meselesi olan, dava sahibi kadınların cemiyet içindeki konumları, yaraları, iktidarla olan ilişkileri, başörtü meselesi ve mücadelesi gündeme geldi.
*Zamana yenilmiş Araf’taki, (bir zaman ki idealist) erkek ve kadınların münasebetleri, öz(eleştirel) bakış; karşılıksız yerini bulamamış aşklar metinleri süsledi.
*Post modern zamanların savruluşu; modern hayatın İslâmi cephe açısından tartışması; çağdaş dindarların makamla, parayla, dünyevilikle imtihanı; manevi hüsran vurgulandı.
*Bireyin metafizik sıkıntıları ve ürpertileri; yaşanılan hayatla inanılan hayat arasındaki tezat; Dış dünya yenilgileri, iç dünya tenkitlerine rastlandı.
*Tasavvuf ışığına, hikmetli hayat ve bilgelere, yükselen sözlere göndermeler oldu… İnsan sevgisi ve kavgasız bir dünyanın müdafaası yapıldı.
*Kaybedilmiş geçmiş ve gelecek; büyük faciaların yaşandığı savaşlar; acıklı, ihmal edilmiş, tüketilmiş hayatlarla kalem ağladı.
*Köyden kente göçenlerin serüvenleri, sürüklenişlerine dikkat çekildi… Ayrıca Göç olgusu, yurtsuz mülteciler ve dramları aktarıldı.
*Unutulmaya yüz tutmuş insanların hikâyeleri, “çarpık kentleşme, İstanbul’un ve diğer şehirlerimizin kaybolan güzellikleri, eski mahalleler, sokaklar, insanlar bir nostalji duygusuyla hikayeye aktı.
*Kırsaldaki yaşamın, taşra hayatının sıkıntıları, engelleri; küçük yerlere sığmayan daralan insanlar anlatıldı.
*Tarih, eski uygarlıklar, tarihî şahsiyetler, filozoflar, kalıcı iz bırakanlar; geleneği yeniden yorumlayan destansı söylem, çok katmanlı açılımlı konular, edebî yolları genişletti.
*Felsefî düşüncenin içinde eridiği hazmedildiği öyküler, edebiyatımıza zenginlik kattı.
*Yazar olmanın, yazmanın sorunları, hikâyenin içindeki hikâye, günümüzdeki edebi problemler; yıldızlı kalemlere karşılık, yaldızlı olanlar arasındaki gerilimler, sanatçının özlemi önem verilen konulardandı.
Neticede, “Edebiyatımıza kadın eli değdi”; öykü sesi kadın sesi birbirine karıştı. Kadın öykü oldu, şiir oldu.
Bendeniz de dini- milli hassasiyetlere sahip bir yazar olarak, 8 öykü kitabımla bu âleme katkı sunmaya çalıştım.
Son olarak, Prof. Dr. Alaaddin Karaca’nın, “Sivil Edebiyat, Eleştiri Yazıları” kitabında yer alan bazı mühim tespitlerine yer vermek istiyorum. Hoca; edebiyat âlemi ve öykü konusunda şu hususlara dikkat çekiyor:
“Günümüzde pek çok yazar ve eleştirmen, öykünün modern anlatım teknikleri, bilinç akışı, flasback, metinlerarasılık, parodi, pastiş, kolaj gibi salt ‘biçimsel/ teknik ögelerden’ ibaret olduğu zannına kapılıp asıl ögeyi; ‘mana’yı, insanı, hayatı, dili ıskalıyor ve zevahirde kalıyor bana kalırsa. Yukarıda saydığım kurgu ve anlatım teknikleri sanatın ‘hüner’le alakalı yönleridir ve elbette gereklidir. Ancak Rıza Tevfik’in de dediği üzere ‘yalnız zevahir itibarıyla böyle şeklen mükemmel, kusursuz eserler vücuda getirebilenler, en doğru manasıyla ‘hünerver’dir (virtuose), sanatkâr (artist) değildir (Sanat ve Estetik Yazıları, Abdullah Uçman, s. 71). Bu durumda günümüzdeki bazı öykücülerin sanatı sadece ‘hünerden’, yani biçimden/ teknikten ibaret sanmak gibi bir yanılgı içinde olduklarını düşünüyorum. Oysa sanat, hem biçim hem özdür ve bunlar birbirinden ayrılamaz. (…) Her toplumun kendine özgü yapısı, şartları ve ihtiyaçları vardır. Edebiyat da böyledir! Doğduğu, hitap ettiği toplumun hayatına, kültürüne, diline sımsıkı bağlıdır ve ondan kopmamak zorundadır. Koptuğu an sahihliğini, milliğini yitirir ve okurun ruhunda Poe’nun ‘etki’, Joyce’un ‘epifani’ (aydınlanma ânı) dediği manevi hazzı yaratamaz. Bu durumda eserle okur arasında ‘kalbi bağ’ kurulamaz.
Hâsılı öykü, salt biçimden ibaret sanılır, Üstelik Anadolu insanına ‘Kafkaesk’ elbiseler giydirilmeye çalışılırsa, biçimle öz uyuşmaz. Hatta o biçimin altında ‘mana’ da silinir. Günümüzdeki öykülerin çoğu, işte bundan dolayı okurla ‘kalbi bağ’ kurmakta zorlanıyor.”