Bir cuma sabahı Allah’a karşı
Malazgirt’te elli dört bin er
Bestelediler en büyük marşı
Allahü Ekber, Allahü Ekber
diyerek Anadolu’ya akmaya başlayan bir millet.
Mevlânâ'dan feyz alan, Şeyh Edebâli'nin manevi potasında eriyen, Yunus'un şiirleriyle şekillenen, Kur'an bulunan odada ayağını uzatmayacak kadar Kitabına hürmetkâr ve "Bizim kavgamız kuru bir cihangirlik kavgası değil, ilayı kelimetullahı dünyanın her köşesine ulaştırıp, insanların İslâm’la şereflenmesini sağlamaktır" diyerek 600 sene dünyaya hükmedecek Osmanlının temelini 27 Ocak 1299 da Söğütte atan bir millet.
Gayemiz Allah’dır
Liderimiz ve önderimiz Rasülullah’dır
Yolumuz İslâm’ın nurlu yoludur
Kur'an hayat prensibimizdir
Cihat bizim sanatımızdır
Dünyada en büyük ve en son gayemiz Allah yolunda şehit olabilmektir sözlerini hayat prensibi ittihaz edip, bir kaç çadırdan, dünyanın üçte birine hükmeden, yedi iklim dört kıtada at koşturan, Akdeniz’i, Karadeniz’i, Hazar’ı gölümüz haline getiren, Viyana kapılarından, Hint adalarına, Moskova önlerinden Yemen sahillerine kadar bugün üzerinde 60’dan fazla devletin bulunduğu Devlet-i Ali Osman'ı kuruveren ve şaire:
Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmaniyân'ız kim
Muhammerdir serâpâ mâyemiz hûn-i şehâdetten
Biz ol âl'i himem erbâb-ı ciddü ictihâdız kim
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşîretten
dedirten bir millet.
İnancıyla, hoşgörüsüyle, adaletiyle İslâmî ve insani davranışlarıyla o günün kıt imkânlarına rağmen yetmiş iki buçuk milleti 600 sene bir arada tutabilen, birlik için öz kardeşinin boynunu vuran, ama ehl-i salîbin karşısında sarp kayalar misali asırlarca dimdik duran bir millet.
İmanlıyız, Kur'anlı’yız, pek şanlıyız, Osmanlıyız idealiyle yetiştirdiği cihangir ve civanmertleriyle Çaldıran'da, Kosova'da, Preveze'de, Çanakkale'de.. İslâm’ın gücünü gösterip tarihe mührünü vuran bir millet.
Kışın elimiz nasırlaşmasın diye bal mumu yoğuran, kolumuz nasırlaşmasın diye mermer şamarlayan, dilimiz nasırlaşmasın diye kelime-i tevhid çeken, baharı iple çeken, acı baharda gölümüz haline gelen Akdeniz’e açılan, esmer tenleri, kıllı göğüsleri, kaytan bıyıkları, kartal bakışları ile bugünkü mağrur Avrupalının korkulu rüyası haline gelen bir millet.
Topkapı'dan Sancak-ı Şerifi kaptığı gibi, mehterin o insan ruhunu coşturan, ölüme tereddütsüz koşturan, insanı lahuti âlemlerde dolaştıran, Asakir-i Osmaniyeyi zaferlere ulaştıran, nameleriyle uğurlanıp, Meriç'in buz gibi suyuyla arındıktan sonra Selimiye'de ahitleşen, bu ahdinden dönmedikleri için de,
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik
diyerek dev gibi orduları yenip, Tuna'da atlarını sulayıp, Estergon Kalesinde Ezan-ı Muhammediyi okuyan Muratları, Yavuzları, Fatihleri, Kanunileri, Mevlanaları, Yunusları, Hacı Bayram-ı Velileri, Emir Sultanları içinden çıkaran bir millet.
Allah Rasülüne bir çok hadisleriyle kendini övdüren, gemileri karadan yüzdüren, Ehl-i Salibe haddini bildiren, Haçlı aleminin bel kemiğini kıran, çağ açıp çağ kapayan, asırlarca İslâm aleminin bayraktarlığını yapan, kara cübbeli, kara düşünceli papazları kahrından çatlatan, bin başımız olsa binini de uğruna feda etmekten asla tereddüt etmeyeceğimiz İstanbul’u ve aziz vatanı bize emanet bırakan bir millet.
Öldü, bitti, tükendi zannedilip, avının üstüne saldıran sırtlanlar misali, 1914’de aziz vatanın üzerine saldıran, necip milletimin katline kasteden, birkaç haftada kayıtsız-şartsız teslimiyet bekleyen mağrur Avrupalıya, kahpe Yunana, zalim Moskof’a haddini bildiren şanlı kumandanlarıyla, Seyit Çavuşlarıyla, Saliha Bacılarıyla, Kara Fatmalarıyla, Nene Hatunlarıyla milyonlarca isimsiz Mehmetçikleriyle ölümüzün bile onlara yeteceğini dünyaya gösteren ve şaire:
Ecdadımızın heybeti maruf'ı cihandır
Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır
dedirten bir millet. Onun için bu devlet Devlet-i Ebed Müddet diye kurulmuştur. Temeli takva ile atılmıştır. İnşallah (her şeye rağmen) kıyamete kadar devam edecektir.