Dünden bugüne geçmişten, mâziden, değerlerden kopuş bize pek çok şey kaybettirdi. Bizi biz yapan öz değerlerimizden uzaklaşmak insan olarak da, toplum olarak da, ahlâkî kalitemizi düşürdü. Osmanlı bittikten sonra elimizde kalan ana vatan Türkiye’mizde hızla başlayan Batılılaşma süreci kıymetine paha biçilmez eski insanımızı âdeta mumla aratır oldu. İnsanlar dünyevîleşme çemberi içine girince karşılaşılan her hâdise nefsî yorumlandı, şahsî menfaatler öncelendi. Kişisel çıkarlar vatan-millet sevgisinin önüne geçince her türlü yanlışı icra etmek insanların doğruları hâline geldi.
Din zâten ülkeyi geri götüren safsatalar birikimi olarak nitelendi. O devirlerden bu yana çok bâriz hatâlar icra edildi. Bu milletin onca yıl canını verdiği değerleri ve vatanın asıl sâhipleri olan millet, hor ve hakir görüldü. Maalesef o günlerden aldığımız yaralar dinmek bilmedi, Müslümanlar ve değerleri bir gecede sıfırlandı, yazık oldu. Kısa bir süre öncesine kadar işte geldiğimiz çizgi ortadaydı.
Osmanlı medeniyetinde kopuş süreci sonrası neler yaşanmadı ki, yukarıda ufak bir bilançosunu verdiğimiz üzücü tabloda herkesin bir rolü vardı. Memleket sağcı-solcu, Müslüman-laik, laik-anti laik, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, gibi çeşit çeşit ayrımcılıkların kapışmasına sahne oldu. Bu guruplar birbirlerin canına kıyacak derecede neredeyse ülkeyi iç savaşa götürecek kadar işi vardırdılar. Bütün bir nesli heba maalesef oldu. Kalanları da dönüştürdüler, değiştirdiler, âdeta genetik kodlarımızla oynadılar. Rezilce işler gerçekleşti, yakışmadı bize, iyi olmadı.
Bakın geçmişteki eski solcu hukukçulardan Nâbi Yağcı o günlerde yapılanları nasıl değerlendiriyor bir ona bakalım istiyoruz efendim. Bize göre çok doğru tespitler sizin de bilmenizi istiyoruz. Bizim zâten böyle düşünmemiz normal de, onların da bu gerçekçi tespitleri yapması dikkate değer. Şöyle diyor; ‘Cumhûriyetin kuruluş süreci içinde Fıkıh ilmi bir gecede bir köşeye atıldı. Peki, neydi Fıkıh? Osmanlı’nın 600 yıldır süren toplumsal ilişkilerinin sosyolojisi. Bu bir medenî hukuk idi ayni zamanda. Şimdi siz bu birikimi bir gecede atarsanız, sosyoloji bilimlerinizin temelini oymuş oluyorsunuz. Çökertiyorsunuz.
Ve Cumhûriyete geçtik. İsviçre’den Medenî Kânun’u tercüme edip, aldık getirdik. Cezâ hukûkunu da İtalya’dan aldık. Tercüme hepsi. Onun arkasında bizim gerçek sosyal ilişkiler toplamımız, geleneğimiz yok. Çünkü Batı toplumu içinden çıkmış yasalardı, hukuktu bunlar. Ama böylece, bizim sosyolojimiz, hukûkumuz bir kenara atıldı. Ve dolayısıyla bizim aydınlarımız kendi toplumlarını tanıyarak, anlayarak, fikir üretecek köklerden, besin kaynaklarından, metodolojiden yoksun kaldı. Buna dili de eklemek gerek.
Bizim târihsel bir birikimimiz var. Getirilenlerin bize ait olma durumu olmalı ki, bizim sorunlarımız çözülsün. Dolayısıyla birbirimizi anlamaz durumunda oluşumuz aydınlar içerisinde özellikle kendimizin fikir üretememesinin bir sonucudur. Kavramlar olarak da öyle. Sosyolojik kavramlar, felsefî kavramlar, edebî kavramlar târih yüklüdür. Siz onu bir gecede atarsanız bütün o kavramların içini boşaltmış olursunuz. Dolayısıyla birbirimizi anlamamız mümkün olmaz.’ Diyor. Bunları biz söylesek baya bir tepki çekebiliriz ama bir eski solcunun hatta daha ötesi eski bir TKP genel sekreteri tarafından bunlar söylenince üzerinde düşünülmesi gerek. Hatta kendi gibi eski solcuların, şimdiki yeni solcuların da ayni konuda artık bir yenilenme hatta gerçekleri ikrar etme zamânının geldiğini düşünmeliler kanaatindeyiz.
Yine sayın Nâbi Yağcı; ‘solcular için; ‘herkesin dünyâyı değiştirmek yerine kendisini değiştirmesi lâzım geldiğini ‘alternatifler üretme’nin gerekli olduğunu belirtiyor. Bizler de o alternatifin ‘İslam’ olduğunu, Osmanlı kültüründe ne varsa bir gecede atılan hakikatlerin aslında en mükemmel ölçüler olduğunu söylemek istiyoruz.
Osmanlı, içinde her türlü etnik kökenli insanı, her çeşit farklı dîne mensup gurupları İslâmî düsturlarla senelerce sulh, sükûn ve huzur içinde yaşattı. Osmanlı’da herkes birbirinin hak ve hukûkunu gözeterek güzel ve örnek bir dayanışma içinde yaşayarak hakiki Müslümanlığı gösterdiler. Osmanlı neden dağıldı o zaman denebilir? Osmanlı son dönemlerde –Batı’nın tuzaklarıyla- dünyâya meyletti, safahata yöneldi, Batı hayranlığıyla âdweta sarhoş oldu. O sebeple kendi değerlerini yaşamada gevşeklik gösterince o âkıbeti parçalanmaya gitti. Yoksa bizi geri bırakan din değildi. Bizi geri bırakan Batı’nın değerlerini kendi değerlerimiz yerine koyma sevdâsıydı. Bizi asıl ilerleten, dünya hâkimi bir devlet hâline getiren dindi, dîni prensiplerdi. Nasıl ki dinden kopuş oldu imparatorlukta çatırdamalar vuku buldu. Netice de bir cihan devletinden bugünkü ana vatan tablosu çıktı ortaya. Bâri ona canımız pahasına sâhip çıkalım da böldürmeyelim inşallah.