Biz ol nesl-i kerim-i dûde-i Osman'i yanız kim
Muhammerdir serâpa mâyemiz hûn-i şehâdet'den
Biz olâ'l-i himem erbâb-ı cidd-u ictihâdız kim
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşîret'den
Namık Kemal
“Biz asil ve kerim olan Osmanlı soyundanız kim, mayamız şehit kanıyla yoğrulduğu için kıpkırmızıdır. Biz öyle yüksek himmet ve cihat erbabı insanların neslindeniz ki, onlar küçük bir aşiretten cihangirane bir devlet çıkarmışlardır.”
Gerçekten Tarihçi Hammer’in de itiraf ettiği gibi, Osmanlı Devleti'ni evi omzunda 400 kişi kurmuştur. Yani 400 aile, çadırları omzunda gelip Söğüt civarında filizlenip, fidelenip koskoca Devlet-i Âliye’yi kurmuş ve temeli takva ile atıldığı, Kur’an sevgisiyle mayalandığı, Peygamber muhabbetiyle nemalandığı için 600 sene şanla, şerefle, şöhretle hükümran olmuştur.
İbni Haldun derki; “devletlerin hayatı da insanların hayatına benzer. Doğarlar, yaşarlar ve ölürler.” Yani her doğan mutlaka ölür. Yine bir Arap atasözünde; “her kemalin bir zevali vardır” denir. Fakat yine bir atasözünde: “insanlar ölmez, unutuldukları zaman ölürler” denir. Biz bu Kerim Devleti, Vakıf Medeniyetini, Yüce Peygamberimizin takdir ve taltifine mazhar olan dedelerimizi unutmuş değiliz. Onun için bizim nazarımızda o ölmemiştir, haydir, diridir. Çünkü onlar bu devletin temellerini atarken, Devlet-i Ebed Müddet, yani kıyamete kadar devam edecek devlet diye harç koymuşlar. Bu sebeple Osmanlı ölmemiş, dünya siyaset sahnesinden çekilirken, yerine kendi neslinin kurduğu yeni, genç, cevval bir devleti varis bırakmışlardır. Onlardaki devlet felsefesine çarpıcı bir misal arz edelim:
Fatih Sultan Mehmed’in oğullarından Şehzade Beyazid’i tutup, Şehzade Cem’in aleyhinde faaliyet gösteren bürokratlardan biri de Koca Mustafa Paşa’dır. Fatih’in torunu Yavuz bir gün bu Paşanın yaptırdığı Caminin önünden geçerken, Amcası Cem olayında bu Paşanın çevirdiği fırıldakları ve amcasının Küffar diyarında başına gelenleri düşünür, canı sıkılır ve yanındaki askerlere derhal Koca Mustafa Paşa Camii'nin yıkılmasını emreder.
Yeniçeriler kazma kürek alıp hemen işe koyulurlar ama, karşılarına Sümbül Sinan İsimli bir veli kul dikilir ve: “Allah’ın evinin yıkılamayacağını” söyler. Onun manevi mehabetinden ve görünüşünden korkan askerler durumu Yavuz'a iletirler. Yavuz celalli bir padişahtır ve hemen galeyana gelip: “Kimmiş benim fermanıma baş kaldıran?” diyerek öfke ile camiye gelir. Bu mübarek zatı görünce O’da etkilenir ve emrini geri alıp, askerlere çekilmelerini söyleyince Sümbül Sinan Hazretleri: “Sultanım müsaade et askerler camiyi değil de, kubbelerin etrafındaki küçük bazı yerleri yıksınlar” deyince Padişah sebebini sorar O: “Devlet otoritesi sarsılmasın. Padişah bir şey emredince o yerine gelsin. Aksi halde devletin bekasına halel gelir” (1) demiş. Ne kadar ince bir anlayış.
Bu zihniyetin, yani Osmanlı'nın öldü, bitti, tükendi dendiği son zamanlarında bile, Salnâme-i Osmanî’ye göre 1896 tarihinde koskoca İzmir’de rütbeli rütbesiz hepsi dahil 86 polis varmış. (2) Sultan ll. Abdülhamid’e Ermeniler suikast düzenledikleri 21 Temmuz 1905 tarihinde bile İstanbul’da 156 polis varmış. Ama o dönemde devlet otoritesi varmış, polis ve asker, çocukların oyuncağı, kadınların şamar oğlanı durumuna düşürülmemiş. Bütün milletin gözü önünde onlara meydan dayağı çektirilmezmiş. Bugün nerdeyse şehir nüfuslarımızın onda biri polis ve kolluk kuvveti ama bu şehirlerde olan olumsuzluklar dünyanın hiçbir yerinde olmamaktadır. Avrupa’da insanlar Allah’dan çok polisten korkmaktadırlar. Napolyon’un polis nazırı Fouche diyor ki: Her türlü suçluyu devlet de affedebilir ben de, ama polise silah çekeni asla. Çünkü polise silah çekmek devleti yok etmektir. (3)
Ama sonradan bu duygu ve düşünceler yozlaşmış, ciddiyetten uzaklaşılmış, mirasyedi hovardaların havasına girilmiş, öyle bir kafa yapısı oluşmuş ki, bakın birisi ne demiş:
Âsıyâb-ı çerh-i devleti bir hâr da olsa döndürür
“Devlet değirmeninin çarkını bir eşek de olsa döndürür”
Şair eşref bunu duyunca gereken münasip cevabı vermiş ve şöyle demiş:
Döndürür amma, anasının örekesine döndürür.
Gerçekten analarının örekesine döndürmüşler, devlet adamı olmaktan kilometrelerce uzak olan bazı beyinsizler, Haçlıların yapamadığını yapıp, Osmanlıyı tarih sahnesinden silmişlerdir. İşin garibi: “Aslını inkâr eden haramzadedir” diye bir atasözü vardır. Bu köksüzler asıllarını da inkâr etmişler, geçmişlerine sünger çekmişler, babalarını kabul etmemişler, böylelerine ne dendiği ma’lum(!)
Zirveden sonra iniş başlar. Kanuni dönemi Devlet-i Âliye’nin doruk noktası olmuş, ondan sonra iniş başlamış ve 300 sene sürmüştür.
Zirve dönemin muhteşem Sultanı Kanuni’yi bu endişe sarmış ve; "bu devlet yıkılacak mı? Yıkılacaksa ne yıkacak?" diye, sütkardeşi olan ehlullahdan Yahya Efendi'ye bir elçi ile sormuş, O'nun "nemelâzım" diye cevap verdiğini görünce Kanuni; "Ben devletin bekası ile ilgili endişeler içinde kıvranıp sana soru soruyorum, Sen ise nemelâzım diyorsun, cevap vermiyorsun" diye sitem etmiş. Yahya Efendi'nin; "Hayır sorunuzu cevapsız bırakmış değilim. Cevap verdim. Yani sonunda bu devleti nemelazımcılık yıkacak" diye cevap verdim” demiş. (4)
Keçecizade Fuat Paşa, sık sık “bu devlet batıyor” dermiş. Kahvecisi bir gün demiş ki; “Paşam her kahve getirişimde duyarım, yıllardır bu devlet batıyor diyorsunuz, ama elhamdülillah ayakta dimdik duruyor” deyince Paşa; “Ağa devletlerin batışı büyük gemilerin batışına benzer, öyle Sefer ağanın kayığı gibi birkaç dakika içinde batıvermez” demiş, gerçekten Osmanlı'nın batışı yukarıda da zikredildiği gibi 300 sene sürmüştür. Ama günümüz hız ve sürat çağı olduğu için, bir sömürü ve zulüm zihniyeti olan Batı Medeniyetinin batışı öyle asırlarca sürmeyecek inşallah.
27 Ocak 1299 Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıldönümü kabul edilir. Bu sene-i devriye bütün Osmanlı torunlarına kutlu, mutlu ve mübarek olsun.
--------------
1- Von Hammer, Osmanlı Devleti tarihi, Üçdal Neşriyat İst.1966, c.1, s. 116.
2- A. Ragıp Akyavaş, “Çalar Saat-1” TDV Yay. Ank. 2010. s.25. 204.
3- İlhan Bardakçı, “Tarihten Bugüne”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2004, s.314.
4- Tarih ve Medeniyet Dergisi, sayı, 14, s. 61.