“Oruç ayı geldi. Hepinize kutlu olsun. Ey oruca yol arkadaşı olan, dost olan kişi! Yolun uğurlu olsun, hoş olsun.
Ben ayı görmek için dama çıkmıştım. Çünkü candan, gönülden orucu özlemiştim, onu hasretle bekliyordum.
Aya bakayım derken, başımdan külahım düştü. Mübârek oruç padişahı benim aklımı başımdan aldı. Beni mest etti.
Ey Müslümanlar! Ona gönül verdiğimden beri ben zâten mest olmuşum, aklım başımda değil. Ah, orucun ne de hoş bahtı varmış, ne de güzel devleti varmış, hâli varmış.
Bu oruç ayında gizlenmiş eşsiz bir ay var. Hem de Türk gibi, oruç çadırında gizlenmiş.
Bu mübârek ayda, oruç harman yerine sıkıntısız, neşeli gelen kişi, o güzeller güzeli aya yol bulur.
Sıhhatli, atlasa benzeyen yüzünü kim sarartırsa, o orucun ipekli elbisesini giyer.
Bu ayda duâlar kabul olur. Oruçlunun âhı gökleri deler, geçer.
Oruç kuyusunda sabreden kişi, Yusuf gibi aşk Mısır’ında, sultan olur.
Ey sahura kalkan, sahur yemeği yiyen kişi! Az konuş, hatta sus! Sus da orucu anlayanlar, oruçtan söz etsinler.
Gel ey Şemseddin, ey Tebriz şehrinin avunduğu büyük insan! Oruç askerinin başkumandanı sensin.” (Divan-ı Kebir’den Seçmeler, cilt: III, gazel no: 1119)
Konyânın mânevî mimarı, Mevlâna hazretlerinin mükemmel dizeleriyle, bugünkü yazımızın açılışını yaptık efendim. İnşallah nasipse, Ramazan ayının diğer yazılarını da büyük üstâd’ın dizelerinden yapmak istiyoruz. En baştaki dizede, oruçlulara seslenen üstad, onları müstakîm din yolunun, yol arkadaşları olarak kabul ediyor ve dostlarına yolu, orucu kutluyor, hoş olsun, diyor. Bilindiği üzere, fıkhî yönden Ramazanın başlaması için hilali (ayı) görmek gerek ya, mümin kişi bunu gerçekleştirirken başındaki külahı düşüyor, şimdi burada ne mesaj var önce ona bakalım isteriz; ‘İslâm’ın emrine göre oruç, gencin-yaşlısına, fakirine-zenginine, makam sâhibine veya sıradan kişiye yâni herkese farz. Müslüman’a özürsüz oruç tutmamak yok. Başında külah diye ne varsa, yâni hakiki kulluğuna engel olan, orucu gerçek anlamda tutmaya engel teşkil eden, her şeyi, oruç kullukta hepsini düşürür. Asıl mânâ mümin oruca erişince her şeyden sıyrılır, anlamındadır.
Orucun gelişini ay ile haber veren -ki bu orucun başlangıcıdır- zâhiri anlamda nasıl karanlıkları aydınlatıyorsa, oruç senin de gönül dünyânı aydınlatır. Ay, aynen Peygamber aleyhisselâm’ın güzelliğini temsil etmekteyken, O’nun sâdece isminin anılmasıyla, her yer aydınlanır. Her ibâdetin kendine has güzelliği vardır, ama aylardır hasretle beklediğimiz, oruç ile simgelenmiş olan bu güzel hal, âdeta aklımı başımdan aldı. Ayrıca oruçlular, ebedî âlemde ‘Reyyan kapısı’ndan cennete girecekler, özel anılacaklar, oraların güzelliğine göre bu dünya çok değersiz ve kıymetsizdir. Cennetin güzellikleri bu fâni dünyâya göre hayal dahi edilemez.
Mübârek Ramazan ayına sıkıntısız giren, o güzelliğe, yâni aya yol bulur. Burada sıkıntısız derken, pek tabi orucun kendine has bâzı bedensel sıkıntıları vardır, ancak burada bahsedilen sıkıntı, rûha sıkıntı veren tüm ağırlıklardan kurtularak oruç tutmaktan, söz ediliyor. Eğer ki, oruç ibâdeti ile senin gönlünde hâlâ dünya, mal-mülk, evlâdu iyal yâni, yeme-içme gibi derdin varsa, ayın nûrundan istifâde edemezsin. Önce sen gönlündeki o sıkıntılardan, rûhundaki yüklerden kurtul, yüreğini günah kirlerinden tevbe ile temizleyip arındır ki, aya ulaşasın, onun nûrundan yararlanasın. Oruçta içi aydınlatan bambaşka, apayrı bir nur vardır. Bu aya erişip de, kendini affettirmeyen, doğrusu kendine yazık eder.
Sıhhatli yüzü sarartan elbise giyenden maksat; ‘Kâbe’ye giden, toprağına kurban olurum’, diyerek yüzünü toprağa süre süre gider. Halbuki kişinin burada toprağa yüz sürmesi, eğilmesi, ‘Yüce ve Aziz olan Rabb’in emirleri karşısında insanın tevâzuyla davranarak, kendi değerini Hak katında artırması, anlamındadır. Bu arada seni oruçta görenler, dilin lal, benzini sararmış görünce; ‘Yazık sana, bu kadar kendini mahvetme’, diyecekler. Fakat bilmezler ki, bunun ucunda ‘atlas elbise’ yâni ‘sonsuz ebedî bir mutluluk’ var. Bu ayda, oruçlunun duâsı kabul olunur. Eğer sen tevbe ile ayın aydınlattığı yolda ilerlersen, duan kabul olduğu gibi, bir ‘ah’ etsen o âhın gökleri deler. Zira temiz bir ağız her yolu açar. Ama tabi bu ah, ‘beddua’ mânâsında değildir, yalnızca yüreğin incinmesine izin yoktur yoksa gökler delinir.
Ey sahura kalkan kişi, sus oruçtan anlayanlar konuşsun, derken, kişinin bilgisi olmayan hususlarda konuşmaması bir erdemdir, lâkin sen sahura kalktım diye, kendini söz sâhibi sanma. Evvelâ, sahur ne? Sen onu bil. Sahur aslında hayâtın akışına ara vermektir, gaflet uykusundan uyanmaktır. Gaflet sahura kalkmakla geçmez. Hazırlık gerekir. Sahurda ne yiyeceksin? Sofranda güzel ahlak, cömertlik, hilm, kırmamak-kırılmamak var mı? Sen ekmeği eline alarak sahurdan, oruçtan söz edemezsin. Sus ki, hakikati konuşanların sesi duyulsun. Sus ki, senin gibi bedeni aç bırakanlar değil oruçla rûhunu doyuranlar, söz etsin. Aç kaldın diye anlatıp durma, oysaki o açlık, mânevî bir doyumdu. O sebeple yerini bil ve az konuş, lal ol ki, asıl açlık ne imiş anla. Yemekten-içmekten geçmedikçe, hakiki açlığı bilemezsin. Sus ki, siman senin açlığa ve onun hakikatine erdiğini anlatsın. Hakikat anlamaktır, ama neyi dersek? Deriz ki, orucu, niyeti, sahuru ve aslolan Hakk’a yakınlığı… Yaşayamadın ise hakikati, o zaman sus ve anlayanlara söz hakkı ver.
Gönül şehri seninle avunmakta, Ey Şems! Ahirete gitmeye az kaldı neticede Hakk’a erişilir. Ancak, dünyâda kumandan sensin, Ey gönlümün sultânı! Oruç tutanlara yol gösteren sen… Yol-iz bilmeyenlere, haddi aşanlara, hata edenlere, sahura kalkıp konuşmayı mârifet sayanlara, Hakkı ve hakikati göstermede öndersin, başkumandansın.
Efendim hayırlı Cumâlar, mübârek Ramazan ayından en kâmil istifâdeler diliyorum.
Not: Mesnevi dizelerinin şerhinde kıymetli hocam Yasemin Yazgan’ın anlatılarından istifâde edilmiştir.