Kıymetli okurlar, öncelikle bugün itibârıyla eriştiğimiz, ‘Üç aylar’ımız, Âlemi İslâm’a hayırlar getirsin, Ümmeti-Muhammed’in dînî yönden uyanmasına ve bilinçlenmesine vesile olsun duâsıyla başlamak isteriz. Bu mübârek aylar, Müslümanların bilhassa Filistin’de, Doğu Türkistan’da yaşanan acı ve zulümlerin bitmesine zemin olsun inşallah. Hepinizin Recep ayını ve Regâib Kandilini tebrik ediyor, en kâmil istifâdeler diliyoruz.
Bilindiği üzere, şimdiye kadar her sene, Üç aylarımızda biz o güzel ayları yazarız. Ama şimdi durum farklı. Ortada Filistinli din kardeşlerimize, Doğu Türkistan’daki kardeşlerimize uygulanan akıl almaz zulümler var, acılar var, anasız-babasız-yuvasız kalan canlarımız var, şehitlerimiz var, göz göre göre uygulanan bir soykırım var. Bu zulme hiçbir şey olmamış gibi sessiz kalamayız. Duyuracağız, durmayacağız, susmayacağız, unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu sene böyle oldu ne yapalım. Bu da ayrı bir tebliğdir, diyoruz efendim.
Geçen ki yazımızda kaldığımız yerden devam edersek;
Türkiye’nin I. Dünya savaşı sonrası yenilmesinin ardından, bölgenin coğrafi zenginliğini bilen sömürgeci-mandacı devletler, bilhassa İtalya, Fransa ve İngiltere bölgeyi aralarında paylaştılar. Osmanlı imparatorluğun yıkılması, hilâfetin kaldırılması, Ortadoğu halkı için büyük hayal kırıklığı oldu. Zira bölgede Osmanlı himâyesiyle, huzur hâkimdi.
II. Dünya savaşı sonrasın da ise güç dengeleri değişti. ABD ve S.S.C.B dünyâda birbirinin hasmı iki büyük ülke olmuşken, soğuk savaş dönemi başlamış oldu. O sıralarda eski ağırlığını kaybeden İngiltere ve Fransa’dan, Ortadoğu’daki sömürge konumunda bulunan devletler, yavaş yavaş bu ülkelerin hegemonyasından kurtulmaya başladılar. Fakat bu arada 1948 de isrâil’in kurulmasıyla, bölgede isrâil-Arap savaşı çıkmış ve bu sıkıntılı konu günümüze kadar kangren bir yara hâlinde devam etmiştir.
1967’de gerçekleşen, ‘altı gün savaşları’ ile isrâil bölgeye iyice yerleşmiş. Hatta isrâil; Ürdün, Mısır, Sûriye’den bâzı bölgeleri işgal ederek kendine âit görünen toprakları, tam dört kat büyütmüştür. BM kararlarına rağmen, buralar hâlâ isrâil uhdesindedir. Üstüne üstlük Tramp zamânında, bir de üç din için de kutsal belde olan Kudüs, isrâil’in başkenti ilan edilmiştir. Ancak, ABD’nin izninden çıkamayan üç-beş ülke hâriç, hiçbir ülke bu ilânı tanımamıştır.
Ortadoğu; Afrika-Asya-Avrupa’nın kesişim merkezinde bulunmaktadır. Orta doğu denince hemen insanın aklına zengin petrol kaynakları ve petrol ülkeleri gelir. Bölgedeki petrol, o ülkelerin zenginleşmesini sağlar, sağlamalı ama gelin görün ki, dış güçler petrol gelirlerinin kendilerine akması için akıl almaz senaryolar üretmişlerdir. Bilindiği üzere, dünya petrolünün % 65’ i bu bölgeden çıkarılmaktadır. Bölge en zengin doğal kaynaklara sâhiptir. Bu yüzden bölge, güçlü ülkelerin iştahını kabartmaktadır.
Bölgeyi elinde tutan güç, Ortadoğu’da siyâsi ve ekonomik yönden söz sâhibi olmak istiyor. Dolayısıyla bu güzel coğrafyayı, terör örgütleriyle devamlı döverek kendi adlarına vekâlet savaşları verdirerek, halkı devletine düşman edip, ülkeleri zayıflatıyor. Sonuçta bölgede istikrarsızlık, savaş, kargaşa eksik olmuyor. Adâletsiz gelir dağılımı, siyâsi açmazlar, mezhep çatışmaları, ekonomik dengesizlik, sürekli yaşanan kaotik ortamlar, bölgede yaşayan insanları devamlı tedirgin etmektedir.
I. Dünya savaşından hemen sonra Osmanlı Devletinden ayrılan Suudi Arabistan’da Amerikan şirketleri derhal petrol arama ve çıkarma işine giriştiler. Bilhassa II. Dünya savaşında petrolün ehemmiyeti daha da arttı. Amerika, bölgenin güvenliğini daha doğrusu petrolün güvenliğini (!) elinde bulundurmak adına, çeşitli planlamalar yaptı ve yürüttü. Dememiz o dur ki, İslam ülkelerinin zihinleri dünden bugüne işgal altındadır. Ürdün, Sûriye, Lübnan, Mısır, Irak’ın kendilerine hayrı yok. Kaldı ki, Filistinliler için bir şeyler söyleyebilsinler. Hiçbir Arap ülkesi Filistin davâsını üstlenmek istemiyor. Hamas’ı vatanını savunan bir gurup mücâhid, radikal Müslüman olarak görüyorlar. Diğer taraftan, Mahmut Abbas liderliğindeki El-Fetih’e bakıyorsunuz, isrâil desteğinde bir seküler yapıdır. Onların da zihinleri işgal altındadır. O yüzden ne Arap ülkelerinden ne Arapların oluşturdukları Arap Ligi gibi kuruluşlarından ses çıkmıyor. Biz de dışardan; ‘Neden bu İslam ülkelerinden bir ses çıkmıyor?’ diye bağırıyoruz. Şimdi anlaşıldı değil mi, niye ses çıkmadığı?
Neredeyse üç aydır, bütün dünya üstüne gelmesine rağmen Filistinli kardeşlerimiz kimseden bir şey beklemeden, kendi gayretleriyle, vatan topraklarını terk etmeyerek, mâsumca, yiğitçe, hasbice yurtlarını savunuyorlar. Kimselerin direnemeyeceği şekilde açlık, susuzluk, ilaçsız kalarak yoklukla, soğukla, pek çok sıkıntılara göğüs gererek yaşamaya gayret ediyorlar. Acılar, üzüntüler, zulümler, yakmalar, yanmalar, evsizlik, yuvasızlık, âilesizlik, annesizlik, babasızlık, Filistin’de kol geziyor. Küçücük çocuklar büyük büyük dertleri omuzlamışlar, aynen olgun insanlar gibi konuşurken, çevresinde insan olanlara (!) dersler veriyorlar. Hakikaten izah etmekte zorlanıyoruz, boğazımıza hıçkırıklar düğümleniyor.
Ancak ümitsiz değiliz, Müslüman insan hep ümit var olur. İhlaslı duâlar, düzgün inanış, doğru tavırlar neticesinde başarı ve zafer gelecektir inşallah. Biz Kudüs’ü ivazsız-garazsız, çıkarsız Hak için sevdik, çırpınışlarımız, ülke olarak da, millet olarak da, kararla, bu dâvâya sâhip çıkışımız ondandır. Bizde Kudüs, her vatan sevdâlısının yüreğinde yanan bir kandildir. Filistinli kardeşlerimizin şanlı direnişini gönülden destekliyoruz. En kısa zamanda huzur ve selâmete kavuşması için her türlü müspet oluşumu destekliyor ve duâlar ediyoruz.
Cumâ gününün hakiki bayramlar olması duasıyla…