Orgeneral İlker Başbuğ

Sadık Küçükhemek
Geçen perşembe günü akşama doğru İnternet andıcı davası dolayısıyla Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un savcılık sorgusunun tamamlandığını ve tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildiğini öğrendik. Bu durum, Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemli bir olaydır. Demek ki, dokunulmazlara dokunmak zor değilmiş, kimsenin yaptığı yanına kâr kalmıyormuş. İnsan, bu dünyada yaptığının hesabını vermezse bile ahrette mutlaka hesap verecektir; bundan kimsenin şüphesi olmasın.
Başbuğ’un internet andıcı davasında meselenin neresinde olduğunu anlayabilmek için onu yakinen tanımak lazım. O’nun kim olduğunu Harp Akademileri Komutanlığı’nda düzenlenen Yıllık Değerlendirme Konuşması’nda din hakkındaki şu sözünden anlıyoruz: “Din gerekli bir kurumdur; yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Türkiye için böyle şeyleri tartışmak dahi abestir” (1).
“Din gerekli bir kurumdur.” diyeceksiniz; devamında, “Din Allah ile kul arasında bir bağlılıktır.” diyerek dini ferdin vicdanına hapsedeceksiniz. Bu bir çelişki değil mi? Din gerekli bir kurumsa, inananlar bu kurumun ilkelerini yerine getirmekle mükellef değil mi? Getirmediği takdirde cezai müeyyide uygulanması gerekmez mi?
“Türk Silahlı Kuvvetleri bir kurumdur.” diyeceksiniz, arkasından askerlik, bu kurum ile asker arasında bir bağdır, derseniz bu iki cümle bir biriyle çelişmez mi? Türk Silahlı Kuvvetleri bir kurumsa, mensupları bu kurumun ilkelerini yerine getirmekle mükelleftir. Aksi takdirde cezai müeyyide uygulanmıyor mu?
Din bir kurum olduğuna göre, bu kurumun ilkelerinin yerine getirilmesine, hükümlerine aykırı davranıldığında cezai müeyyidenin uygulanmasına niçin müsaade edilmiyor? Dine saygılı olmak, bunu gerektirir. Dine saygılı olmak, dine karşı olmamak, sözle olmaz. Bu durumda, “TSK dine karşı değildir” demenin bir anlamı kalır mı?
“Türkiye için böyle şeyleri tartışmak dahi abestir.” ne demek? Böyle şeyleri bilimsel olarak masaya yatırmak, doğruyu ortaya çıkartmak olmaz mı? Doğrudan ülke ve insanlık kazanmaz mı?
Böyle aba altından sopa göstermekle ülkemizin ve insanlığın geleceği ipotek altına alınmak istendiğinin farkındayız; bu durum kimsenin işine yaramaz.
Laiklik, dinin vicdanlara hapsedilmesi şeklinde uygulanırsa, din kavramı böyle vahye, bilime, tarihi olguya aykırı bir şekilde açıklanır. Cümleler de birbiriyle tutarsız olur. Din toplumsal davranışı, sosyal düzeni belirleyen bir sistemdir; doğru olan budur. Yanlış olan, “Din bir kurumdur” deyip, arkasından “Din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır.” demektir. Bu cümlenin bir mesnedi var mı?
Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir insanın din hakkında böyle mesnetsiz konuşması ile Türkiye’nin hangi meselesi çözülür? Söyleyin Allah aşkına biz de bilelim.
Başbuğ, egemenlik ve laiklik hakkında ise şöyle diyor: “Egemenliğin kutsallığa yani hilafete değil de millete ait olması, laikliği belirleyen ana ilkedir.”
Beşeri hukuk yürürlüğe girince egemenlik millete ait oluyor; İslam hukuku yürürlüğe girince egemenlik milletten alınmış, bu durumda laiklik ortadan kalkmış mı oluyor? Yani beşeri hukuk milletin kendi iradesini kullanmasını sağlıyor, İslam hukuku elinden alıyor, öyle mi? Bunun bilimsel bir izahı var mı? Hilafetin ne demek olduğu, tarihteki rolü ve hilafetsizlik sonucu neler kaybedildiği neden bilimsel olarak ortaya konmuyor? Bu kuruma dünyanın, özelde Müslümanların ihtiyacı var mı neden araştırılmıyor? Neden ikide bir bu kuruma laiklik bahane edilerek saldırılıyor? Gün gelecek, dokunulmazlara dokunulduğu gibi, bunlar ortaya konacaktır; bundan kimsenin şüphesi olmasın. İstikbal bizimdir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “İnkâr edip de (insanları) Allah yolundan alıkoyanlar var ya, işte onlara, yapmakta oldukları bozgunculuklar sebebiyle, azaplarını kat kat artıracağız” (2).
-----------------------
Vakit Gazetesi, 15.04. 2009
Nahl:88

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.