Arabayla seyir halindeyken, gözlerime bir an için takılan bir insan, hafızamın içinde edindiği yeri hala koruyor günlerdir, nasıl bir takılmışsa aklımın dikenli tellerine artık… Her nedense, o bir anlık görüntünün fotoğrafını çekti gözlerim, yani. Bu ve bunun gibi film karelerini içinde sakladığım, sadece bana özel ve gizli bir fotoğraf albümünde, o an da duruyor şimdi, donup kalmış haliyle.
Unutamadım ki… O yaşlı kadını, beynimin içindeki, hafızadan sorumlu bölgeye baktığım her an, hala izliyorum orada. Çoğunlukla yaşlıların kullandığı, yürüyüşe yardımcı olması için edinilen, kenarları tutup tutunarak adımlanan, demirden imal o şeye ne deniyor bilmiyorum ama, işte ona dayanarak yol alıyordu kadın, yavaş yavaş. Öyle ahesteydi ki, sanırım o pek bir düşük hızla salınıyor olmasına borçluydum biraz da, dikkatimin bir anlık bile olsa, oldukça etkin bir biçimde celp edilişini. İnsan, yaş aldıkça yavaşlardı zaten hep, öyle değil mi? Çeviklik, hız ve atiklik, enerji gerektiren genç bünyelere özgüydü, ancak.
Yaşlı kadındaki asıl çarpan ve sarsan şey ise, tüm o ihtiyarlığıyla görkemli bir tezat oluşturan, ısrarcı ve inatçı gençlik izleri ve kalıntılarıydı, yüzündeki. Halen oradaydılar. Tazelik, bir yüze, hem de çoktan eskimiş bir yüze bile, öyle kuvvetlice tutunabilirmiş, meğer. Nasıl olur, demeyin. Görseydiniz, hak verirdiniz. Siz de, arabayı durdurup yanına giderek, daha yakından bakmayı isterdiniz, ona. Öyledir çünkü, anlamlandıramadığı bir şeyi tam olarak idrak edip tanımlayıncaya değin, takılıp kalır göz, bir görüntüye. Gözün, tuttuğunu muhakkak koparan, meraklı ve şımarık refleksleri… Ne diyordum, arabayı durdurup, onu yakından görebilmeyi arzulayış…
Gerçi, yok! Bunu yapacak güç, ya da, cesaret yoktu içimde, o an. Ama görseydiniz siz de anlardınız işte, kadını artık tamamiyle ele geçirmiş olan ihtiyarlığın ve halen orada duran gençlik izlerinin bir arada bulunuyor oluşunu; bu akıl almaz zıtlığın oluşturduğu olağan üstü ve anormal durumu. Işığı hala orada duran ama kendisi çoktan kayıp gitmiş bir yıldız gibi, yavaştan daha yavaş bir halde yürümeye çalışan kadın, kimbilir neler görmüş ve yaşamıştı, arkasında kalan yıllarda? Herhalde, çizgilerinin arasından hala parıl parıl parlayan ışık, capacanlı ve güçlü bir şekilde yaşamış olduğu eski yıllarından yadigardı. Evet, bu kadın, geçmişinde, birçok kişiyi kendisine hayran bırakmış, etkilemiş, ya da, yönlendirmiş bir karakterdi, kesinlikle. Asla sinik, pasif, ya da, sönük birisi değildi, belli. Şimdi o yürütece dayanıp tutunarak, neredeyse sürünürcesine yol almaya çalışan kişinin yüzündeki garip aydınlık, böyle bir şeylere delaletti, herhalde.
Ardından aynaya baktım, aniden… Yüzüm, henüz kayıp gitmemiş olan bir yıldızın aydınlığındaydı. Ve o sırada arabayı durdurup yürüyecek olsam, bunu, o demirden yapılma aletin yardımı olmaksızın gerçekleştirebilirdim, biliyordum! Tüm bunlar, bana kendimi güçlü ve halinden memnun mu hissettirdi diye soracak olursanız da, dürüst davranmakta tereddüt yaşarım, cevaplarken. Nankör ve şükürsüz olmaktan korkarım, gerçeği şeffafça söylersem. Yüzümdeki hala parlayan yıldız ışığının, o yaşlı kadının çizgileri arasında bulunan ışıktan daha aydınlık olmadığını, en azından öyle ötelere uzanacak ve uzun yıllara; ışık yıllarına yayılacak gibi durmadığını, söyleyemem çünkü. Tabi bana öyle geliyor da olabilirdi, pekala. Haddizatında, mutlak bilgiye ulaşamayacaktı hiçbir beşer. Benim yıldızım, ışığım ve parlayışım, kaç ışık yılı ötelere kadar uzanabilirdi? Gerçi, gelecek için kaygılanmak, ya da, telaşlanmak, ne boş gayret ve kıymetsiz bir işti, zaten. Onun yerine, o an orada parlayan ışığımı daha fazla vurgulamak ve pekiştirmek için, aydınlatıcı bir makyaj yaptım, çantamdan çıkardığım kremler, fondötenler ve pudralar ile.