EBÛ EYYÛBİ ENSÂRİ: Ashabı kirâmın büyüklerinden olup Peygamberimizin mihmandârıdır. Âlemlerin efendisi Hazreti Muhammed aleyhisselam efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman evinde misafir olarak kaldığı sahâbîdir. Asıl ismi Hâlid bin Zeyd olup künyesi Ebû Eyyûb’dur. Türkiye’de ‘Eyüp Sultan’ diye bilinir.
Bu kıymetli sahabe Bedir, Uhud, Hudeybiye ve diğer gazvelerde Peygamberi Zişân’ın yanında bulundu ve hayır dualarını aldı. Kendisi pek şecaatli ve kahramandı. Birçok muharebede sancaktarlık yaptı. Bu sebeple kendisine, ‘Sancaktârı Rasûllullah’ ünvânı verildi. Ensar, muhacir kardeşliğinde Halid bin Zeyd ve Musab bin Umeyr ile kardeş oldu. 670 yılında Muaviye’nin İstanbul’u fethetmek için teşkil ettiği orduya katıldı. Çarpışmalar sırasında hastalanarak vefat etti. Kendisinin vasiyeti üzerine oraya defnedildi. Fakat aradan geçen sekiz asır sonucunda mezârı unutulmuş ve kaybolmuştu. Daha sonraki yıllarda İstanbul Fatih tarafından fethedildiğinde Fatih’in ricâsı üzerine hocası Akşemseddin’in kerâmeti ile mezarı bulunan Ebû Eyyûb Ensâri’nın kabri bir türbe hâline getirilmiş ve yanına da bir câmi inşa edilmiştir. Fatih tarafından yaptırılan bu güzel mekanlar daha sonra Müslümanların ziyâretgâhı olmuştur. Mevlâ Teâla şefaatlerine mazhar kılsın.
II. BAYEZÎD: Sekizinci Osmanlı padişâhıdır. Fatih Sultan Mehmed’in büyük oğludur. Küçük yaştan itibâren özel bir ihtimamla yetiştirilmiştir. Babası gibi devrin en kıymetli âlimlerinde tahsil görmüştür. Yedi yaşında iken Hadım Ali Paşa nezâretinde Amasya vâlisi olmuştur. Otlukbeli savaşına katılarak kumandan olarak görev yapmıştır. Babası Fatih sefere giderken Gebze’de vefat edince 20 Mayıs 1481’de tahta çıkan II. Bayezîd, Bursa’yı alan kardeşi Cem Sultan ile aralarında çok kavgalar geçmiştir. Ancak onun zamanında Osmanlı tarihinin en büyük akın hareketleri gerçekleşmiştir. Venediklilerle savaşılmış, Mora seferine çıkılmış İnebahtı, Modon ve Koron alınarak Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Bayezîd Han, Batıda önemli seferler ve fetihler gerçekleştirirken doğuda Sâfevi hükümdârı Şah İsmâil ile uğraşmak zorunda kaldı. Ayaklanmaları önledi. Ayrıca memleketin her tarafında imar faaliyetleri başlattı. Doğudan Batıya kadar bütün Müslümanların meseleleriyle ilgilendi. Son derece âdil, merhametli, ilim, vakar ve takva sahibiydi. Veli Bayezîd olarak bilinirdi. Ömrünün son yıllarında tahtını oğlu Selim’e (Yavuz Sultan Selim) dualarla teslim etti. 26 Mayıs 1912’de vefat etti. Kabri şerifi İstanbul’da Bayezîd Câminin yanındaki türbedir. Ruhu şâd olsun ve nur içinde yatsın.
İMÂMI MUHAMMED: Asıl adı Muhammed bin Hasen eş-Şeybâni’dir. Hicrî 132’de Vasıt’ta doğmuştur. Kufe’de yetişmiş ama Bağdat’ta yaşamıştır ve Rey’de Mayıs 189’da vefat etmiştir. Kendisi önce hocası Ebû Hanife’den fıkıh öğrendi daha sonra tahsilini Ebû Yusuf’ta tamamladı. Malik bin Enes ile bir süre beraber oldu. Ebû Yusuf’tan sonra Irak’ta fıkhın reisi oldu. O, ilimde bir dâhi ve mutlak bir müçtehit idi. Yazdığı birçok eserle Ebû Hanife’nin mezhebinin muhafaza edilmesini sağlamıştır. Hanefi mezhebinin tedvininde büyük katkısı olmuştur. Onların fedakârlık ve yorucu çalışmalarının sonucu bize faydalanacağımız birçok eser kalmıştır. Allahü Teâla kendilerinden razı olsun.
NECİP FAZIL KISAKÜREK: Son dönem şâir, yazar ve fikir adamlarındandır. 1904’te İstanbul’da doğmuştur. Babası hukukçu Fâzıl Beydir. Necip Fâzıl Kısakürek, tahsil hayatını genelde yabancı mekteplerinde yaptı. 1912’de önce Fransız mektebine yazıldı sonra, Amerikan Kolejine ve daha sonra da Heybeli adadaki Bahriye Mektebi’ne giderek orayı bitirdi. İlk şiirlerini burada yazdı. Hatta arkadaşları ona şâir lakâbını takmışlardı bile. Bir süre Dârül Funûn’da felsefe okudu ve bu aralarda dergilerde yazıları yayınlanıyordu. 1924’te tahsilini ilerletmek için Paris Sorbon Üniversitesi’ne gönderildi. Geri döndükten sonra çeşitli kurumlarda ve üniversitelerde hocalık yaptı. O aralar şâir ve yazarlığın yanı sıra gazeteci olarak basın hayatına girdi ve siyasetle de ilgilendi. 1943’ten 1972’ye kadar Anadolu’yu köşe bucak tarayarak ‘Büyük Doğu Harekâtı’nı başlattı. Almanya’ya kadar süren konferanslar verdi. Bu devrelerde maalesef hapis hayatı da yaşadı. 1972’de artık evine çekilerek eserler yazmaya başladı. Gazetelerde ve dergilerde da şiir ve yazılarını yayınlamaya devam etti. 1980’de ‘Sultânüşşuara’ (Şâirlerin Sultânı) seçildi. 25 Mayıs 1983’de çile ve mücadele dolu hayatı sona ererek Mevlâsına kavuştu.
O sanat ve edebiyat hayatımızın zirvelerinde dolaşmış son yüzyılda yetişmiş en büyük şâir ve yazarlarımızdan biridir. Dînî, mukaddes konu ve temaları işleyerek İslam davâsına sahip çıkan ve düşünen bir Türk gençliğinin yetişmesi için çalışmıştır. Allâhü Teâlâ kendisinden razı olsun. Hakikaten bugünkü gençliğe sahip çıkan bu büyük fikir adâmını hayır duâlarla anacak bir nesil yetişmesi için Rabb’imizden niyazlar ediyoruz. Yazımıza O büyük şâirin ‘Sakarya’ şiirinin son satırlarını sunarak son veriyoruz.
SAKARYA
Sakarya, saf çocuğu mâsum Anadolu’nun,
Divânesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünyâ böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim. Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya…
(Not: Bilgiler Rehber Ansiklopedisinden istifade ederek hazırlanmıştır.)