"Ölümümüzden sonra bizi toprakta aramayın. Bizim mezarımız âriflerin gönlündedir," der Mevlana Hazretleri.
Gerçekten de öyle. Âriflerin hal ve konuşmaları birbirine benzer. Ârifler, aynı dili konuşmasalar da aynı mektepte okurlar. Onların mektebi gönül mektebidir. Gönüller ise Allah'ın mekânıdır. Bir gönül yapan Allah'ı razı etmiş olur. Allah dostlarının gönülleri ise "muhabbetullah" sırları ile doludur. Onlardan birini ziyaret etmek, o sırları dinlemek de onlardan her birini ziyaret etmek gibidir. İşte Hazreti Pîr bu manayı dile getirmektedir.
Bir ana caddeyi düşünün! Aralıklarla sağ ve solundaki lambaları göz önüne getirin. Nasıl da aydınlatıyorlar etrafı değil mi? O yolda ilerleyen yolcular, rahatlıkla yol alırlar pek tabiî ki!
İşte ârifler de öyledir. Allah'a gönül veren, Allah'ın da gönüllerinde yer aldığı Allah dostları, o caddeyi aydınlatan ışıldaklar gibidir. Birinin aydınlığı biterken bir diğerininki başlar. Biri diğerini sever ve destekler. Hepsi birden yolcularına sahip çıkar, onlara yol gösterirler. Hangi birisini diğerinden ayırabilirsiniz ki!
İlmiyle âmil, Hakk'ın sevgisiyle donanımlı âlimler, ârifler ve ehl-i hikmet de aynı gaye etrafında birleşirler. Onların derdi, tasası insanlardır. Onlara yol göstermek… Onları ebedi hayatın felaketlerinden kurtarmak için gayrettir onların işi. Çünkü onlar, "peygamberlerin varisleridir."
Ne acıdır ki insanların pek çoğu ebedi hayatı düşünmeden yaşarlar. Gaflet içinde, sadece dünyayı düşünerek hayatlarını sürdürürler. Bir gün ölümün gelip kendilerini alacağını, dünya arzu ve isteklerinin kesileceğini akıllarına bile getirmezler.
İşte Hz. Mevlana ve benzerlerinin çabası da hep bu insanların kurtuluşu olmuştur.
İyi bir ilim ve nefis terbiyesi alan Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi ile tanışıp gönül problemlerinin de bir bir çözülmesiyle, hikmet deryasına dalmış ve Mesnevî gibi bir eser meydana getirmiştir. Bu eser de asırlardır insanlara, İnsan-ı Kâmil olmanın metotlarını göstermiş ve göstermektedir. Bir atom çekirdeği misali kendi etrafında dönerek kendisini tanıma, hiç olduğunu anlama, asıl öz ve mayayı keşfetme manalarını ihtiva eden semâ da, adeta kişiliğin ve asıl varlığın özümsenmesinde büyük bir rol oynamaktadır. "Ben yokum Allah var" hakikatinin yaşanmasında teslimiyet, olgunluk, O'na boyun bükme, yalvarış ve yakarışın bir tezahürüdür adeta o.
Allah için bir mecliste bir Allah adamıyla Hakk'ın sohbetini etmek bambaşka bir zevk ve neş'e âlemidir. İşte doyumsuz aşkın "aşkullah" olduğu bu meclislerde yetişmiştir Mevlana Celaleddin (k.s.). "Allah için bir araya gelmek, O'nun için bir araya gelmek üzere ayrılmak," hadislerde tebşiratıyla/müjdeleriyle zikredilen önemli hususlardandır.
Ama bütün bunlar bazılarına hatta pek çoklarına mahremdir. Zira bu bir kabiliyet meselesidir. Akıl terazisi bunu çekmez. Onları bu terazi ile tartmaya çalışanlar maalesef Hz. Mevlana'yı üzmüşler, Hz. Şems'in ise başını yemişlerdir. Onun için bu sırlar ehlinin dışına açılamaz.
Konumuzun başına dönecek olursak; bilmeliyiz ki bir toplumda ârifler, yani Allah'ı bilenler olmadıkça o toplumda aydınlanmalar olmayacaktır. O halde bizlere düşen şey, nice ârifler, âlim ve sâlihler yetiştirmektir. Selâm Peygamberimiz (s.a.v.), bütün peygamberler, ârifler, âlimler ve sâlihler üzerine olsun. Bu vesile ile Konya'mızın manevi dinamikleri Mevlana (k.s.) ve diğerleri üzerine de olsun.
Gerçekten de öyle. Âriflerin hal ve konuşmaları birbirine benzer. Ârifler, aynı dili konuşmasalar da aynı mektepte okurlar. Onların mektebi gönül mektebidir. Gönüller ise Allah'ın mekânıdır. Bir gönül yapan Allah'ı razı etmiş olur. Allah dostlarının gönülleri ise "muhabbetullah" sırları ile doludur. Onlardan birini ziyaret etmek, o sırları dinlemek de onlardan her birini ziyaret etmek gibidir. İşte Hazreti Pîr bu manayı dile getirmektedir.
Bir ana caddeyi düşünün! Aralıklarla sağ ve solundaki lambaları göz önüne getirin. Nasıl da aydınlatıyorlar etrafı değil mi? O yolda ilerleyen yolcular, rahatlıkla yol alırlar pek tabiî ki!
İşte ârifler de öyledir. Allah'a gönül veren, Allah'ın da gönüllerinde yer aldığı Allah dostları, o caddeyi aydınlatan ışıldaklar gibidir. Birinin aydınlığı biterken bir diğerininki başlar. Biri diğerini sever ve destekler. Hepsi birden yolcularına sahip çıkar, onlara yol gösterirler. Hangi birisini diğerinden ayırabilirsiniz ki!
İlmiyle âmil, Hakk'ın sevgisiyle donanımlı âlimler, ârifler ve ehl-i hikmet de aynı gaye etrafında birleşirler. Onların derdi, tasası insanlardır. Onlara yol göstermek… Onları ebedi hayatın felaketlerinden kurtarmak için gayrettir onların işi. Çünkü onlar, "peygamberlerin varisleridir."
Ne acıdır ki insanların pek çoğu ebedi hayatı düşünmeden yaşarlar. Gaflet içinde, sadece dünyayı düşünerek hayatlarını sürdürürler. Bir gün ölümün gelip kendilerini alacağını, dünya arzu ve isteklerinin kesileceğini akıllarına bile getirmezler.
İşte Hz. Mevlana ve benzerlerinin çabası da hep bu insanların kurtuluşu olmuştur.
İyi bir ilim ve nefis terbiyesi alan Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi ile tanışıp gönül problemlerinin de bir bir çözülmesiyle, hikmet deryasına dalmış ve Mesnevî gibi bir eser meydana getirmiştir. Bu eser de asırlardır insanlara, İnsan-ı Kâmil olmanın metotlarını göstermiş ve göstermektedir. Bir atom çekirdeği misali kendi etrafında dönerek kendisini tanıma, hiç olduğunu anlama, asıl öz ve mayayı keşfetme manalarını ihtiva eden semâ da, adeta kişiliğin ve asıl varlığın özümsenmesinde büyük bir rol oynamaktadır. "Ben yokum Allah var" hakikatinin yaşanmasında teslimiyet, olgunluk, O'na boyun bükme, yalvarış ve yakarışın bir tezahürüdür adeta o.
Allah için bir mecliste bir Allah adamıyla Hakk'ın sohbetini etmek bambaşka bir zevk ve neş'e âlemidir. İşte doyumsuz aşkın "aşkullah" olduğu bu meclislerde yetişmiştir Mevlana Celaleddin (k.s.). "Allah için bir araya gelmek, O'nun için bir araya gelmek üzere ayrılmak," hadislerde tebşiratıyla/müjdeleriyle zikredilen önemli hususlardandır.
Ama bütün bunlar bazılarına hatta pek çoklarına mahremdir. Zira bu bir kabiliyet meselesidir. Akıl terazisi bunu çekmez. Onları bu terazi ile tartmaya çalışanlar maalesef Hz. Mevlana'yı üzmüşler, Hz. Şems'in ise başını yemişlerdir. Onun için bu sırlar ehlinin dışına açılamaz.
Konumuzun başına dönecek olursak; bilmeliyiz ki bir toplumda ârifler, yani Allah'ı bilenler olmadıkça o toplumda aydınlanmalar olmayacaktır. O halde bizlere düşen şey, nice ârifler, âlim ve sâlihler yetiştirmektir. Selâm Peygamberimiz (s.a.v.), bütün peygamberler, ârifler, âlimler ve sâlihler üzerine olsun. Bu vesile ile Konya'mızın manevi dinamikleri Mevlana (k.s.) ve diğerleri üzerine de olsun.