İslam’ın manevi âleminde ilerlemeyi esas alan Tasavvuf da Allah’ı zikretmeye başlamadan önce “Rabıta” adı verilen bir manevi çalışmanın yapılması uygun bulunmuştur. Rabıtanın kaynağı olarak da Peygamberimizin Hazret-i Ebu Bekir ile Hicret ettikleri zaman Müşriklerin takibinden kurtulmak üzere “Sevr Dağı’nda bir mağaraya sığınmaları” gösterilmektedir. Müşriklerin mağara kapısına geldikleri halde onları orada görememeleri, Peygamberimizin Ebu Bekir’e; “Korkma… Allah bizimledir” dediği bilinmektedir.
Mağarada Hazret-i Ebu Bekir’in dilini damağına yapıştırarak hafi (gizli) bir şekilde Allah, Allah… diye zikretmesini örnek gösterilmektedirler.
Rabıtanın ilki ölümü düşünmektir. İnsan her an kendi ölümünü düşünürse, azgınlık yapamaz, her kesin hak ve hukukunu korumaya çalışır. Yoksa ne hak tanır ne hukuk. İnsanlar birbirlerinin canavarı olurlar.
Ölümü rabıta ederken, “Şimdi yatağıma yatıyorum. Bu son yatışım. Azrail (a.s) gelmiş benden emaneti (canı) istiyor. Ne yapacağım, ne edeceğim diye heyecanla çırpınırken İmdad-ı İlahi yetişir ve “Ey Allah’ım benim ve bütün Müslümanlara La ilahe illallah, Muhammedür Rasulalllah demeyi bizlere nasip kıl” dedikten sonra ruhumuzu teslim ederiz.
Üstatlarımızdan birisi gelerek ruhumuzu alır ve ona makamlarını gösterir. Ruhumu getirir, cesedin yanına kor.
Bir cesede dünyada yapılan işlemler birere biri düşünülerek, o ceset kabre konur.
Kabirde Münker Nekir (sorgucu melekler gelerek) kabir sorularını sorarlar. Onlara; “Rabbim Allah, dinim İslam, Kitabım Kur’an, Nebim Hazret-i Muhammed Mustafa, Kıblem Kabe…” demeyi bize ve bütün Müslümanlara nasip et Allah’ım” deriz.
İkinci Rabıta “Mürşit rabıtasıdır” Mürşidin ve Efendi hazretlerinin karşısına oturduğumuzu düşünür, kalbimizi mürşidin kalbine bağlar ve İlahi feyzin kalbimize akmasını bekleriz. Bir müddet bu hal üzere kalırız sonra da ders olarak bize verilen zikirleri çekeriz.
RABITA ŞİRK MİDİR
Bazı videolarda ve TV kanallarında konuşan Akademisyenler, Rabıtanın şirk olduğunu dile getirmektedirler. “Bunun neresi şirk ve neresi İslam’a uygundur” açıklamamaktadırlar. Çünkü şirk ifadesi bir Müslüman için çok büyük bir ithamdır ve bunun ötesi de yoktur.
Adam İslam’ı daha iyi yaşayayım, diye bir tarikata intisap etmiştir (onların ailesinden olmuştur) (dikkat edin biat Emir’e yapılır, intisap şeyh efendiye) Şeyhin verdiği terbiye ile Allah’ı zikretme, farz ibadetlerini yanı sıra namaz, oruç, zikir gibi nafile ibadetleri de yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu adama rabıta şirktir derseniz, adam ya sizi reddeder veya ithamınızı iyi anlatamadığınız için düşmüş olduğu itikadî yanlışlığı devam ettirir.
Önce itikadımızla ilgili, hususları gözden geçirelim. İlk sorumuz şudur.
“Allah (c.c) ahirete müteallik (ait) bir işi her hangi bir faniye vermiş midir? Yani bir şeyi almak, bir şeyi bir yerden diğer yere taşımak… gibi. İnançlarımız içerisinde böyle bir kural var mıdır? Rabbimizin sayısını ancak kendisinin bildiği sınırsız sayıda melekleri vardır. Ahiretin bütün işlerini bu melekler yaparlar. Yaptıkları işlere göre de isimler almışlardır. Mesela dört büyük melek olan Azrail (a.s) can alır, Cebrail (a.s) Peygamberlere Allah’ın kelamını getirir, emin melektir. İsrafil (a.s) Kıyametin kopması, mahşer yerinin kurulmasını sağlayacak suru üfler, Mikail (a.s) Tabiat olayları denilen yağmur ve karın yağması, rüzgârların estirilmesi işlerini tanzim eder. Kiramen Katibin (sevap ve günahları yazan melekler), Hafaza melekleri (bizi tehlikelerden koruyan melekler), Münker Nekir (kabirde ki mevtaya ilk soruları soran ve cevapları alan melekler), Arş-ı Alem melekleri, Kevser ırmağı melekleri, Mizan melekleri, Sırat melekleri, Cehennem zebanileri, Cennetin Huri ve Gılmanları gibi…
İtikadi olan varılacak sonuç şu dur ki; “Allah (c.c) Ahirete ait hiçbir işi, hiçbir faniye vermemiştir. O’nun melekleri bu işleri yapacak kadar çokturlar ve güçtedirler. Onun için bir Mürşit de olsa ölen bir Müridinin ruhunu alarak makamlarını gezdirmesi ve getirerek cesedin başına koyması gibi işleri yapmazlar. Dünyadan ahirete göçenler kim olursa olsun kendi amelleri ve hesapları ile meşguldürler.
İkinci itikadi sorumuz şudur. “Allah (c.c) kendisi ile kulu arasına hiç kimseyi perde (aracı) olarak koymuş mudur?” Bu isterse Peygamberimiz olsun. Peygamberimiz (s.a.v) dinimizi tarif etmiş, İslam’ın ölçülerini yaparak, yaşayarak bizler örnek olmuştur. “Bana (dünyada) uyun ki (benim yaptıklarımı yapın ki) Allah sizi sevsin ve sizi Cennetine koysun” buyurmuştur. “Allah size şah damarınızdan daha yakındır. Allah’ın görüyormuş bibi ibadet edin. Siz Allah görmeseniz bile Allah sizi görüyor” buyurmuştur. Kesinlikle “Beni Allah’la aranızda aracı yapın.” buyurmamıştır.
Biz altından kalkamayacağımız ve bize çok ağır gelen işlerde elimizi hep Allah’a açar ve onun yardımını isteriz. Günde en az 40 kere “iyyake nağbudü ve iyyake nesteiyn – yalnız sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz” deriz. Hiçbir zaman Yetiş Ya Muhammed, yetiş Ya Ali, yetiş ya şeyhim der miyiz? Allah korusun bu yanlışlıklar insanı İslam’dan uzaklaştırır.
Bir Peygamber olarak Peygamberimiz Allah’la kulu arasına girmezken, Şeyh efendinin “Kalbini şeyhin kalbine bağla ve Allah’ın feyzini bekle” demesi, kendisini Allah’la kul arasına koyması bu kurallara (itikadımıza) uymamaktadır.
RABITA NASIL OLMALIDIR
Ölümün rabıta edilmesinde, ruhumuz bedenimizden ayrılınca onu görevli melekler gelerek alırlar ve makamlarını gezdirirler. Sonra da getirir cesedin yanına korlar.
Pirimiz ve Şeyhimizin rabıtasında ise, “Pirin ve Şeyhin huzurunda imişcesine edep ve terbiye ile huzurlarında oturduğumuzu düşünürüz ve gönlümüzü Allah’ın feyzine açarız. Gönül sol memenin iki parmak altın ve nur deposudur…”
Böylece rabıtalarda ki itikadi bozukluğu düzelterek Allah’ın zikrine başlarız.
Şunu da iyi biliriz ki Peygamberlerden başka her kul hatalı ve kusurludur. Bir Hadis-i kutside Cenab-ı Hak; “Eğer siz hatasız kullar olsaydınız, sizi helak eder, yerinize hata eden ve af dileyen kullar halk ederdim” buyurmaktadır.