Ölüm insan için inkar edilmesi mümkün olmayan bir gerçektir. Ölümü tefekkür etmenin yaşanan hayâta çok olumlu katkıları vardır. Bugünkü yazımızda bu husûsa değinmek istiyoruz müsâdenizle.
Yaşanan hayat bir gün eninde sonunda sona erecektir. Bu dünyâya gelip de ölmeyen canlı yoktur. Ölüm hayâtın en kabul edilir hakikatidir. Bunu değiştirmeye bugüne kadar kimsenin gücü yetmemiştir. Bundan sonra da yetemeyecektir. Çünkü bu kâinâtın tek ve yegâne sâhibi Allâhu Azûmüşşân’ın değiştirilemeyen kânunudur. Ölüm haktır ve ölüm gerçeğinin bilinmesinin insanlara çok olumlu katkıları vardır.
Ölüm hakikatini bilmek, dünyâda pek çok lüzumsuz şeye üzülmememizi temin eder. Zira dünyâda yaşanan hayâtın elbet bir gün sona ereceğine dâir çok ehemmiyetli bir husus var. ‘Ne diye beyhûde üç kuruş etmez şeylere kendimizi yıpratalım’, diye düşünürüz.
Ölüm gerçeği ile hayâta daha doğru ve sağlam temelli bir bakış açımız olur. ‘Başımıza gelen sıkıntılar ölüm gerçeğinin yanında hiç kalır’, diye düşünürüz.
Ölümü bilme, hâdiseleri değerlendirmede bize bir hafiflik sağlar. Dert ve problemler ölüm gerçeğinin yanında küçük kalır. Dolayısıyla karşılaştığımız olayların vehâmeti bizi çok etkilemez. Rûhî dengemiz bozulmaz, psikolojik sıkıntıya sokmaz. Dertlerimizi büyütmez onlar bizi yakînen Hakk’a ve hakikate yöneltir.
Ölüm gerçeği, bizi Âlemlerin Mutlak Hâkîmî Allah Teâlâ’yla iritibâte sevk eder. Cenâbı Hak ile olan yakınlığımız artar. O Mutlak Sâhip ise dâimâ kullarının yar ve yardımcısıdır. O’nunla olan insan asla yalnız kalmaz, kendisini yalnız bir başına hissetmez. Bilinsin ki, Hakk’a dayanan ve güvenen asla boş çevrilmez. O en sarsılmaz güç, dostluğu hep bâki olan Yâr’dır.
Dünyâdaki makam ve mevkiler, biriktirilen mal ve servet ve dahi itibar ve başarılar mümin kişiyi ölüm gerçeği vesilesiyle hiçbir şekilde övünmeye, böbürlenmeye götürmez, kibre sevk etmez. Mal-mülk ve itibar kaybı ise ölüm gerçeğiyle hemhal olmuş kişiyi yeise düşürmez. O bilir ki, her şey Allah Azze ve Celle ve Âlâ’dandır. Verir de alır da, mülk bizim değil O’nun tasarrufundadır.
Ölüm gerçeğini idrak etmek, karşılaştığımız her olumsuz hâdise de bize bir cesâret verir. Çünkü biz inanırız ki, Mevla Teâlâ bize sıkıntıyı verdiyse bizi görüyor, O bizi asla çâresiz bırakmaz, çözümünü bize ilham eder.
Ölüm gerçeğini hiç unutmadan yaşayan insanlar, dünyâdaki her ânın her amelin ahrette kendisine bir sermâye olduğuna inandığı için hayâtın kıymetini bilerek yaşar. Dünya ona ahreti kazandıracağı için kıymetlidir. Böyle insan için dünya ve içindekiler onun ebedi âlemi için birer kazanç hükmündedir. O yüzden ölüme inananlar için hayat hep güzeldir.
Korkuların en büyüğü ölüm olduğundan inançlı insan, hastalığın en şiddetlisinden dahi korkmaz, çekinmez. O yalnız Hakk’a güvenir ve O’na dayanır. Evet, doktora ve ilaçlara başvurur ama asıl şifa verenin Hak Teâlâ Hazretleri olduğuna inanır, hiçbir şekilde karamsarlığa düşmez. ‘Derdi veren O’ysa, dermânı verecek olan da O’dur’, der ve hastalığa da, derde de hamd eder, şükreder.
Ölüm hakikatine inanan kişi, dünyâda kin, nefret, hased, kıskançlık, hırs ve şöhret gibi ahlâkî âfetlerden kaçınır ahretini berbat edecek bu tür çirkin vasıflardan olabildiğince kendini uzak tutar. Çünkü ölüm sonrası hesap verilecek bâkâ bir âlem düşüncesi, mümini güzel ahlaklı olmaya sevk eder.
Kişi kendisine ahret âleminde puan toplattıracak yardımlaşma, dayanışma, fakir-fukarayı görüp gözetme, hayvanlara varıncaya kadar merhametli ve adâletli olma gibi güzel hasletlere yöneltir. Ölüm hakikatinden hareketle, yapılan faziletli davranışlar insan hayâtını anlamlı kılar.
Nasılsa öleceğiz Rabb’imize hesap vereceğiz diyerek Müslüman ibâdetlerine dikkat eder, Hakk’a kâmil bir kul olmaya, ahlâkındaki bozuklukları düzeltmeye çalışır. Bu ne güzel bir haldir! Böyle kişi kimseye kötülük yapamaz, içki, kumar, zina, hırsızlık gibi haramları yâni günahları işleyemez. Netice de toplum salahı sağlanmış olur. Ölümü düşünmek bakın ne güzelliklere yol açıyormuş, değil mi?
Yine ölüm gerçeğini hayâtından çıkarmayan kişi, vaktini yanlış ve çirkin davranışlarla boşa hebâ etmez. Hep hayırlı faaliyetlerle hem kendine hem içinde yaşadığı topluma faydalı işler yapma gayretinde olur. Hatta kişi öldükten sonra güzel eserlerle anılmak adına toplumun takdirine sağlayacak güzel girişimlere yönelir.
Ölüm hakikatini aklından çıkarmayan insan, kendine, âilesine ve çevresine karşı duyarlı olur. Yarın ebedi âlemde kendisini sıkıntıya düşürecek, hesâbını veremeyeceği sorumluluklara girmez. Hal ve tavırlarında her zaman hak ve hukuk gözetir, adâlet ve doğruluktan ayrılmaz. Evet, daha yazılacak çok şeyler var…
Şimdi bu kadar faydası olan ölümü, hayâtın içine koymak daha faydalı değil mi? Elbette sâdece İmam-Hatip kitaplarında değil bütün okul kitaplarında ‘ölüm’ konusu bulunmalı. Bilelim ki, dünya nasılsa fâni ve nasılsa herkes gidici… O halde bizi içinden hiç çıkmayacağımız bâki bir âlem hazırlayan ölümü çok düşünüp, hayat tarzımızı, düşüncelerimizi, davranışlarımızı bu gerçeğe göre biçimlendirmek daha akıllıca bir düşünce tarzıdır.
Efendim hayırlı Cumâlar, diliyorum.