Olmam ben..!

Kerem İşkan

Gece yarısı telefonum acı acı çaldı…

Kimin aradığına emin değilim, televizyondan bizim çocuklardan biriydi sanırım;

Hayırdır birine bir şey mi oldu?” diye korkuyla sordum…

***

Telefondaki ses;

 “Başın sağ olsun abi Kerem İşkan ölmüş...” deyiverdi…

Nasıl??” diye üsteledim…

“Kalp krizimi yoksa bir şey mi henüz belli değil ama ölmüş işte...” dedi…

***

Kerem İşkan…

Kimdi sahi?

Şöyle yokladım bir hafızamı… Gittiği yer kabriydi de, nerden geliyordu o çıkmaz sokak kabre?

Hangi yoldan geldi oraya?

Yolculuğu nasıl geçti…

Konya’nın varoşlarında başlamıştı, fakir bir ailenin inatçı ortanca çocuğuydu…

Herkes gibi zor yaşamıştı…

Kaybedilmiş kavgaların kahramanıydı… Enteresan bir tipti mesela; Kayıp edilenlerin yanında herkese inat durmayı severdi…

Olmaz bu…” diyenlere inat…

***

Başladığı nokta ile bitirdiği nokta arasında dağlar kadar fark vardı…

“Ne kazandı ki bu hayattan, ne götürecek ahrete…” diye burun kıvırdım…

Kalabalıkları sevmeyen, ıssızlarda kendi kendine konuşan, kendine sürekli bir şeyler anlatmaya çalışan tuhaf biriydi…

***

Sonra çocukları geldi aklıma iki kızı bir oğlu vardı…

“Ne kadar zordu şimdi onlar için hayat… Uzun zaman yediklerinin tadını alamayacak, bir süre sabah uyandıklarında içlerinde kocaman bir boşlukla başlayacaklar güne…” diye geçirdim…

Herkes unutacak ama en çok o çocuklar unutmayacak…

Ne kadar zor bir durum, evinde hayata dair saat durmuştur şimdi… Bakalım ne zaman sonra başlayacak hayat onlar için yeniden…

***

Tüm bunları düşünürken, telefondaki ses ısrarla soruyor;

“Abi cenazesini takip edelim mi? Cenazeye sende gelecek misin?”

Kararsızım…

O kadar çok işim var ki…

Gündemde yoğun aksi gibi, şimdi cenaze, defin bir sürü zaman, kim uğraşacak

“Ben kesin gelmem de, siz de takip etmeyin gündem yoğun...”

***

Telefonum yeniden çaldı acı acı…

Tekrar açtım korkarak…

Telefondaki ses ; “Abi mesaiye geç kaldın gelecek misin TV’ye?”

Ağır bir uykudan zorla uyandım…

Kerem İşkan ölmemiş… Bu sabah, sadece mesaiye geç kalmış…

Kendi cenazesine muhabir göndermeyen bir Haber Daire Başkanı olarak mesaiye koştum, kendimle yine tuhaf tuhaf konuşarak…

“Olman sen…” dedim…

Olmam ben...” diye yüreğime fısıldadı…