Eğitimci Yazar Muammer Çelik, “Konya’mız evvelden beri dindar bir şehir olarak bilinir. Sürekli içinde yaşayıp dışarı çıkmayan insan, her taraf gibi Konya’nın da eksiğini çok bulur ve görür. Ancak yabancı yerlere gidip-gelince; namazın bazı şehirlere oranla çok kılındığı, orucun çok insan tarafından tutulduğu ve saygı gösterildiği bir şehir olduğu görülür” ifadelerini kullandı.
**Sayın hocam öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Hocam bize kendinizi tanıtır mısınız?
-Ben Muammer Çelik, her ne kadar nüfus cüzdanımda 1962 yazsa da normalde 1959 yılında Çumra’nın Apa köyünde dünyaya geldim. İlkokulu Apa köyü ilkokulunda okudum. Ondan sonra Konya merkezde Fatih Kur’an Kursunda çok kısa bir süre okuduktan sonra, Ulu Irmak Nuraniye Kur’an Kursuna geçtim. Orada Ali Haydar Albayrak Hoca Efendide hafızlığımı yaptım. Tabi bu arada 1974 yılında biz ailecek köyden Konya merkeze taşındık yerleştik. Sene 1974 rahmetli Erbakan hocamızın hükümet ortağı olmasıyla daha önce orta kısımları kapatılan İmam Hatip Okullarının orta kısımları açıldı, biz de İHL birinci sınıfa kaydolduk. Bundan sonra 7 yıl Konya İHL’ye devam edip mezun olduktan sonra Selçuk Üniversitesine bağlı Niğde Eğitim Yüksek Okulunu bitirdim. Önce öğretmenlik yapmak istemedim, iki yıl Ala Kova Köyünde imamlık yaptım, daha sonra askerlik durumu sebebiyle öğretmenliğe geçip 30 yıl öğretmenlik mesleğinden emekli oldum. Eski hafız bir imam ve emekli bir öğretmen olarak bugünlerde Avrupa’da fahri imamlık yapıyorum.
GAZ LAMBASI ALTINDA İFTAR EDERDİK
**Çocukluğunuz ve gençliğinizdeki ramazanlardan biraz bahseder misiniz?
-Önce ilk çocukluk yıllarımızı söyleyecek olursak: 1968-1969’lu yıllar, köyümüzde elektrik yok, aydınlatmayı gaz lambasıyla yapıyorduk. Ramazanda hoca efendi herkesin görmesi için minareye çıkar, o ezan okuyunca iftar ederdik. Bazen hoca hasbelkader kulağını falan kaşırsa köylüler (biz)”hıh-hıh tamam okuyacak.” Diye hazırlanırdık ama bakardık ki; hoca kulağını kaşıyor… Sonra 1970’li yıllarda Konya’daydık, Alâeddin tepesinden den top atışıyla iftar ederdik. Şimdiki kadar vasıta yoktu. Hele-hele özel otomobil yok denecek kadar azdı. Taşıma işleri çoğu zaman at arabası ile, bireysel ulaşım ise bisikletle yapılırdı. Bunu şunun için söylüyorum; iftara yakın çarşıda olunursa dolmuş vs. kalmaz, yaya olarak eve dönmek zorunda kalırdık. Ramazan yaz mevsimlerinde çok zevkli olurdu. Zaten teravih namazı 10,30 da başlayıp 11.00 veya 11.30 a kadar sürer. Ondan sonra saat 2.30 da sahur yenir, Kapu Camisi ile Aziziye Camisi arası imsağa kadar açık kalırdı. Aşağı-yukarı bir ay sahur yemeğini çarşıda yerdik. Ama herkes çarşıda; eş-dost herkes var. Önce bir çay ocağının başında uzun sohbet ve dondurma sonra sahur yeği…
ESKİYLE BAĞI KOPARMADAN YENİYİ İNŞA ETMELİYİZ
**Bugünle kıyasladığınızda bir şeylerin değiştiğini; ne bileyim farklılaştığını söyleyebilir misiniz?
-Şimdi bir kere her şey şekil olarak, eşya olarak değişiyor. Çevremizdeki tüm hayat değişirken tabi ibadetlerin özünde değil de yapılışında, kullanılan araç-gereçte değişiklik oluyor. Mesela şimdi herkesin elinde bir telefon var; ezanı da o okuyor, iftarı da haber veriyor, sahura da o kaldırıyor. Hem de kafayı hiç kaldırmadan, etrafını bile görmeden, boyun fıtığı yapıyor bağımlısını… Burada şunu söyleyebilirim: Her zaman her çağda yeni gelişmeler, yeni hayat düzeni eskiyi yaşayan insanlar tarafından tuhaf karşılanır. Ben de öyleyim, ama yapılacak bir şey yok. Bizden öncekilerde bizim zamanımıza aynısını söylüyorlardı. Burada önemli olan eskiyle bağı koparmadan ve birde batılın veya batının etkisinde kalıp özüne düşman olmamaktır. Böyle bir durum var mı, var. Hem de her gün hızla artarak çoğalmakta. İyilik hareketleri, iyiler (ebrar), kötülüğün ve kötülerin yanında o kadar zayıf ve cılız kalıyor ki…
ANKESÖRLÜ TELEFOLAR İLE ŞAKALAR YAPARDIK
**O günlerle ilgili yaşadığınız ilginç olaylar var mı?
-Çok fazla ilginç olay var, ben size iki tanesini anlatayım. Birincisi: Biz hafızlığımızı bitirmiş, İmam Hatip Okulunda okuyorduk. Yaz tatillerinde Kur’an Kursunda hafızlığımızı sağlamlaştırıyor/tekrar ediyorduk. Ramazan ayıydı, kursun telefonundan ben ve dokuz arkadaşım(toplam on kişi) bir davete çağrıldık. Bana dediler ki: “On kişi olarak sizi Kayalı Parkta şapkalı, kırmızı mendilli bir adam bekliyor, siz hatim okuyup, iftar açacaksınız”, telefon öyle gelmiş. (Tabi ki para da alacağız) Neyse biz on kişi Kayalı Parka gittik, bekle-bekle ezana 15 dakika var, ne gelen var ne giden… Oradan koşa-koşa yayan taa Ulu Irmak Kur’an Kursuna geldik, kalan artıklardan karnımızı gücüle doyurduk. Bunu bize kim yapar hayali/zan ile falan. İki gün sonra ankesörlü telefondan biz de bir grubu Kayalı Parka gönderdik. Yalnız benim oyun yaptığım arkadaş (grup başkanı) gerçekten safmış, diyor ki: “Şerefsiz adam sözünde durmadı, gelmedi” diyordu. İkincisi ise; sene 74 müydü 75 miydi tam bilemiyorum. Bir seçim gününün akşamı idi. Yaklaşık yüz tane Kur’an Kursu talebesini bizi Konevi Camisinin yanında bir apartmana ramazan davetine götürdüler. Akşam namazını Konevi Camisinde kılmak için gittik. Ben abdest almak için gecikince en geri safa durdum ve tekbir getirip imama uydum. Sol yanıma epeyce uzun bir adam durdu. Neyse imamla sağa selam verip sola selam verince baktım ki rahmetli Erbakan Hocamız. Namaz bitince elini öptüm(öptük) benim başıma elini koyup “Nereye gidiyorsunuz? Dedi. Ben de: ”Bilmiyorum şurada bir apartmanmış. ”Dedim. O da: “Hepiniz mi?” Dedi. Ben “evet ”deyince “Ben de oraya gidiyorum” dedi ve beraber gittik. Gençliğinde çok uzundu, kocayınca bir avuç bir şey kaldı, hocam.
KONYA ÇOK ÖZEL BİR ŞEHİR
**Türkiye genelinden Konya özeline indirgersek; ramazanlarda Konya’ya has durumlar var mıydı?
-Tabi ki her ile, her mekana, her mübarek beldeye mahsus özel durumlar var. Konya’mız evvelden beri dindar bir şehir olarak bilinir. Sürekli içinde yaşayıp dışarı çıkmayan insan, her taraf gibi Konya’nın da eksiğini çok bulur ve görür. Ancak yabancı yerlere gidip-gelince; namazın bazı şehirlere oranla çok kılındığı, orucun çok insan tarafından tutulduğu ve saygı gösterildiği bir şehir olduğu görülür. 80li 90lı yıllara nazaran biraz daha fazla bozulma var. Birazda insanımızda özellikle sorumlu oldukları halde imamlarımız/hocalarımızda boş vermişlik durumlarından kaynaklanıyor. Hâlbuki Cenabı Allah Zariyat Suresi 55. Ayetinde: “Sen öğüt verip hatırlat.(Hatırlatmaya devam et.) Çünkü öğüt verip hatırlatmak müminlere fayda verir” buyurmaktadır.
**Geleceği nasıl değerlendirir siniz?
Biz mümin olarak, Allah’a inanan biri olarak asla ümitsizliğe kapılmayız. Çünkü ayeti kerimeyle Cenabı Allah ümitsizliği yasaklamıştır. “La taknetuu” ifadesiyle ümitsizliği bitirmiş, ümitsiz olmayı kâfirlere has kılmıştır. Allah var keder yok, inşallah. Çalışırsak olacak inşallah, çalışacağız olacak inşallah.
CİHADI TERK ETMEMELİYİZ
**Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
-Çok çalışın, cihadı terk etmeyin. Kendi mesleğinizin hakkını verin. İktisatlı olun kimseye muhtaç olmayın. Korkmayın, üzülmeyin, en büyük silahınız sabrınız olsun. Oruçla nefsinizi yenin, nefsini yenemeyen, nefsine yenilen insan; herkese zarar verir. Kendisine zarar verir, ailesine, ülkesine, milletine, insanlığa ve doğaya bile zarar verir… Dua edin, bütün Müslümanlara/bana da dua edin.
RÖPORTAJ: SAİT ÇELİK