“Ya İlahi, ışık ver kalbime, ışık ver dilime, kulağıma ışık ver, gözüme, duygularıma ve tüm bedenime ışık ver, ardıma ışık ver. Yalvarıyorum sana, sağ elime ışık, sol elime ışık, altıma ışık, üstüme ışık ver. Ya Rab içimdeki ışığı artır, ışık ver bana ve aydınlat beni!”(1)
Yüce Peygamberimize atfedilen bir duadır yukarıdaki. Ezelî Nur olan Efendimiz, büyük bir tevazuuyla, kulluk şuuruyla Allah’a yakarmaktadır. Oysa kendisi serapa nurdur. Ve vasıflarından, sıfatlarından sadece bir tanesidir. İslâm inancına göre; Allah’ın yarattığı ilk şey, ilk ilke Hazreti Peygamber’in hakikatidir. Seçkinler, Hakk sevgilileri bu gerçeği, muhtelif zaman ve zeminlerde dile getirmişlerdir. Bu büyüklerden biri de İbn Arabî Hazretleridir.
“İbn Arabî ilk varlık olan Hz. Peygamber’in hakikatine ve manevî kimliğine çeşitli açılardan bakar ve bakış açısına göre ona çeşitli isimler verir. Meselâ ilahi zatta ilk belirti olduğu için ona: Taayyun-i Evvel, karanlıktaki ilk ışık olduğu için Nur-i Muhammedî, en yüksek seviyede söz olduğu için Kelâm-ı A’lâ, en yüksek varlık mertebesi olduğu için Arş, bütün bilgiler kendisinde olduğu için kalem veya Kalem-i A’lâ veya Akıl. Allah’ın vasıflarını taşıdığı için halîfe, yaratıcı ile yaratıklar arasında aracı olduğu için Berzah, her türlü sureti, kabul ettiği için Heyula, âlem ondan yaratıldığı için Âlemin aslı, yaratma aracı olduğu için Hakk-ı Mahluk bih, ruhların en ulusu olduğu için Ruh-i A’zam, en mükemmel insan olduğu için İnsan-ı Kâmil gibi isimler onun çeşitli yönlerine, niteliklerine ve işlevlerine işaret eder.” (2)
İbn Arabî Hazretleri “bu mertebe, yani hakîkat-ı Muhammediyye veya insân-ı kâmil mertebesi bütün enbiyânın himmetlerini, bütün evliyanın mârifetlerini ve bütün âlimlerin ilimlerini aldığı bir mişkâttir” buyurmuşlardır. (3)
Gene Şeyh-i Ekber: “Hz. Peygamber hariç, bütün mevcudat bir gölgedir, çünkü o, ilk nur, ışığın kaynağıdır. Mevcudatın kaynağı olarak gölgesi yoktur. Allah’ın hakikatini bu nur ile görebilir ve anlayabiliriz.” diyerek, tespitte bulunmuşlardır. (4)
Mümtaz talebesi Sadreddin Konevî Hz. ise “Fusûsü’l-Hikem’in Sırları, el-Fükûk” isimli kitabında bazı peygamberlerin nübüvvet hükümlerini, mucizelerini belirttikten sonra; O’nun diğer peygamberlere göre üstünlüğüne işaret etmektedir:
“Hz. Peygamberin şerîatı da, diğer peygamberlerin şerîatlarının aksine, bütün mahlûkat ve şerîatlar üzerine umûmî olmuş ve ahret ile bitişmiştir. Diğer peygamberlerin şerîatları ise, cüzî, sınırlı ve hükmü sonludur.
Hz. Peygamberin risâlet ve şerîatı genel olduğu için, bütün arz, Hz. Peygamber’e ve ümmetine mescit kılınmış, arzın toprağı da temiz kılınmıştır. Önceki peygamberlerin ve Hz. İsa, Hz. İlyas gibi yaşayan peygamberlerin risâletleri, Hz. Peygamberin risâletinin hükümlerine katılmıştır(sh. 150)
Ayı bölerek bu âlemde tasarruf ettiği mucizeyi de Efendimiz’in(S.A.V.) camilik özelliği sahibi olmasına, -gene hadislere dayanarak- arz ve semanın hazinelerinin anahtarlarının kendisine verilmesine bağlayan büyük âlim, konuyla ilgili şunları söylemektedir:
“Hz. Peygamberin camilik özelliğine delâlet eden kemâlleri pek çoktur. Onların çoğu, bu âlemde gizli, âhirette ise açıktır. Nitekim, kıyamet hadisinde, kendisine şefaat kapısının açılması ifadesi ile buna işaret etmiştir. Ayrıca, “Ben Arş’ın sağında Rabbimin katında dururum, öyle bir mâkamda dururum ki benden başka alemlerden hiçbirisi duramaz” hadisi de buna işâret eder. Hz. Peygamber, başka bir ifadesinde ise şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet günü ben insanların efendisiyim.”
Sadreddin Konevî Hz. “Hz. Peygambere tahsis edilmiş kemâllerden birisini de, “her çeşit perdeyi yırtan “kâmil dostluk” makâmı; Hak tarafından sevilmiş olmak/mahbupluk derecesi” olarak zikretmektedir. (5)
Bir başka İbn Arabî yorumcusu Abdülkerim Cîlî’nin diliyle Fahr-i Kâinat:
“Yakın kılınmış, övülmüş ve şereflendirilmiş sevgilidir”.
“O, nur üstüne nurdur. Sırlar madeni, şeref elbisesinin nakşı, temkin ve iktidar ülkesinin tacıdır. Peygamberlik akdinin vâsıtası O’dur. Asâlet ve yiğitlik denizinin derinliği O’dur. Varlık sedefinin incisi O’dur. Fazîlet ve cömertliğin membaı O’dur. Birbirine zıt hakîkatları ve celâl ve cemâl mânâlarını cem eden O’dur(…) O Rahmânî hakikatlerin denizidir. O, imkân âleminin inceliklerinin sahilidir. O, mevcudat ülkesinin hükümdârıdır. O, sultanlık mertebesindeki kutuplukta halîfeler bırakandır. O, kendisine âlem ismi verilen her şeyin efendisidir. O, daha âdem su ve toprak arasındayken en yüce mertebede olandır. O, hamd sancağının sahibidir. Ki O, Allah’ın en iyi bilen peygamberi ve en asil kulu olan Muhammed’dir.” ….” (6)
Abdülkerim Cîlî, “Allah Teâla, kendi isimlerinden Efendimiz’in vasıflandığı pek çok ismi Kur’ân’da zikretmiştir. Öyle ki, bu isimler sayılı isimlere ulaşır. Onlardan bazıları açıktır. Bazıları ise kinaye ve işaret şeklinde gelmiştir.” demektedir.
Açık olan isimlerden bazıları şunlardır: “ el-Hakk, er-Raûf ve er-Rahîm, en-Nûr, eş-Şehîd ve eş-Şâhid, el-Kerîm, el-Azîm, el-Habîr, eş-Şekûr, el-Alîm ve el-Allâm, el-Kavî, es-Sâdık, el-Velî, el-Afüvv, el-Azîz….” (sh. 214-222)
Muhyiddin İbn’ül Arabî Hazretlerinin dualarındandır, baş kesmek gerekir:
“O Muhammed’ine öyle bir salât ile salât et ki o salât sayesinde benim fer’im aslıma, cüz’üm küllüme muttasıl olarak zâtım zât-ı Muhammed’le sıfatım sıfât-ı Muhammed’le kesb-i ittisâl ede ve aynıyla aynım mesrûr olarak aramızda bir ayrılık kalmaya!...” (7)
Kaynaklar:
1) Annemarie Schimmel, İslamın Mistik Boyutları, Çev: Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul: 2004, sh. 231
2) Prof. Dr. Süleyman Uludağ, İbn Arabî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sh. 132-133
3) Mahmud Erol Kılıç, Şeyh-i Ekber, Sufi Kitap, İstanbul: 2009, sh. 304
4) Rabia Christine Brodbeck, Fakra Övgü, Sufi Kitap, İstanbul: 2010, sh. 91
5) Sadreddin Konevî, Fusûsü’l-Hikem’in Sırları, tercüme: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul: 2009, sh. 150-152
6) Abdülkerîm Cîlî, Hakîkat-i Muhammediye, çev: Muhammed Bedirhan, Nefes Yayınları, İstanbul: 2010, sh. 11
7) Mahmud Erol Kılıç, Şeyh-i Ekber, Sufi Kitap, İstanbul: 2009, sh. 307
“İbn Arabî ilk varlık olan Hz. Peygamber’in hakikatine ve manevî kimliğine çeşitli açılardan bakar ve bakış açısına göre ona çeşitli isimler verir. Meselâ ilahi zatta ilk belirti olduğu için ona: Taayyun-i Evvel, karanlıktaki ilk ışık olduğu için Nur-i Muhammedî, en yüksek seviyede söz olduğu için Kelâm-ı A’lâ, en yüksek varlık mertebesi olduğu için Arş, bütün bilgiler kendisinde olduğu için kalem veya Kalem-i A’lâ veya Akıl. Allah’ın vasıflarını taşıdığı için halîfe, yaratıcı ile yaratıklar arasında aracı olduğu için Berzah, her türlü sureti, kabul ettiği için Heyula, âlem ondan yaratıldığı için Âlemin aslı, yaratma aracı olduğu için Hakk-ı Mahluk bih, ruhların en ulusu olduğu için Ruh-i A’zam, en mükemmel insan olduğu için İnsan-ı Kâmil gibi isimler onun çeşitli yönlerine, niteliklerine ve işlevlerine işaret eder.” (2)
İbn Arabî Hazretleri “bu mertebe, yani hakîkat-ı Muhammediyye veya insân-ı kâmil mertebesi bütün enbiyânın himmetlerini, bütün evliyanın mârifetlerini ve bütün âlimlerin ilimlerini aldığı bir mişkâttir” buyurmuşlardır. (3)
Gene Şeyh-i Ekber: “Hz. Peygamber hariç, bütün mevcudat bir gölgedir, çünkü o, ilk nur, ışığın kaynağıdır. Mevcudatın kaynağı olarak gölgesi yoktur. Allah’ın hakikatini bu nur ile görebilir ve anlayabiliriz.” diyerek, tespitte bulunmuşlardır. (4)
Mümtaz talebesi Sadreddin Konevî Hz. ise “Fusûsü’l-Hikem’in Sırları, el-Fükûk” isimli kitabında bazı peygamberlerin nübüvvet hükümlerini, mucizelerini belirttikten sonra; O’nun diğer peygamberlere göre üstünlüğüne işaret etmektedir:
“Hz. Peygamberin şerîatı da, diğer peygamberlerin şerîatlarının aksine, bütün mahlûkat ve şerîatlar üzerine umûmî olmuş ve ahret ile bitişmiştir. Diğer peygamberlerin şerîatları ise, cüzî, sınırlı ve hükmü sonludur.
Hz. Peygamberin risâlet ve şerîatı genel olduğu için, bütün arz, Hz. Peygamber’e ve ümmetine mescit kılınmış, arzın toprağı da temiz kılınmıştır. Önceki peygamberlerin ve Hz. İsa, Hz. İlyas gibi yaşayan peygamberlerin risâletleri, Hz. Peygamberin risâletinin hükümlerine katılmıştır(sh. 150)
Ayı bölerek bu âlemde tasarruf ettiği mucizeyi de Efendimiz’in(S.A.V.) camilik özelliği sahibi olmasına, -gene hadislere dayanarak- arz ve semanın hazinelerinin anahtarlarının kendisine verilmesine bağlayan büyük âlim, konuyla ilgili şunları söylemektedir:
“Hz. Peygamberin camilik özelliğine delâlet eden kemâlleri pek çoktur. Onların çoğu, bu âlemde gizli, âhirette ise açıktır. Nitekim, kıyamet hadisinde, kendisine şefaat kapısının açılması ifadesi ile buna işaret etmiştir. Ayrıca, “Ben Arş’ın sağında Rabbimin katında dururum, öyle bir mâkamda dururum ki benden başka alemlerden hiçbirisi duramaz” hadisi de buna işâret eder. Hz. Peygamber, başka bir ifadesinde ise şöyle buyurmuştur: “Kıyâmet günü ben insanların efendisiyim.”
Sadreddin Konevî Hz. “Hz. Peygambere tahsis edilmiş kemâllerden birisini de, “her çeşit perdeyi yırtan “kâmil dostluk” makâmı; Hak tarafından sevilmiş olmak/mahbupluk derecesi” olarak zikretmektedir. (5)
Bir başka İbn Arabî yorumcusu Abdülkerim Cîlî’nin diliyle Fahr-i Kâinat:
“Yakın kılınmış, övülmüş ve şereflendirilmiş sevgilidir”.
“O, nur üstüne nurdur. Sırlar madeni, şeref elbisesinin nakşı, temkin ve iktidar ülkesinin tacıdır. Peygamberlik akdinin vâsıtası O’dur. Asâlet ve yiğitlik denizinin derinliği O’dur. Varlık sedefinin incisi O’dur. Fazîlet ve cömertliğin membaı O’dur. Birbirine zıt hakîkatları ve celâl ve cemâl mânâlarını cem eden O’dur(…) O Rahmânî hakikatlerin denizidir. O, imkân âleminin inceliklerinin sahilidir. O, mevcudat ülkesinin hükümdârıdır. O, sultanlık mertebesindeki kutuplukta halîfeler bırakandır. O, kendisine âlem ismi verilen her şeyin efendisidir. O, daha âdem su ve toprak arasındayken en yüce mertebede olandır. O, hamd sancağının sahibidir. Ki O, Allah’ın en iyi bilen peygamberi ve en asil kulu olan Muhammed’dir.” ….” (6)
Abdülkerim Cîlî, “Allah Teâla, kendi isimlerinden Efendimiz’in vasıflandığı pek çok ismi Kur’ân’da zikretmiştir. Öyle ki, bu isimler sayılı isimlere ulaşır. Onlardan bazıları açıktır. Bazıları ise kinaye ve işaret şeklinde gelmiştir.” demektedir.
Açık olan isimlerden bazıları şunlardır: “ el-Hakk, er-Raûf ve er-Rahîm, en-Nûr, eş-Şehîd ve eş-Şâhid, el-Kerîm, el-Azîm, el-Habîr, eş-Şekûr, el-Alîm ve el-Allâm, el-Kavî, es-Sâdık, el-Velî, el-Afüvv, el-Azîz….” (sh. 214-222)
Muhyiddin İbn’ül Arabî Hazretlerinin dualarındandır, baş kesmek gerekir:
“O Muhammed’ine öyle bir salât ile salât et ki o salât sayesinde benim fer’im aslıma, cüz’üm küllüme muttasıl olarak zâtım zât-ı Muhammed’le sıfatım sıfât-ı Muhammed’le kesb-i ittisâl ede ve aynıyla aynım mesrûr olarak aramızda bir ayrılık kalmaya!...” (7)
Kaynaklar:
1) Annemarie Schimmel, İslamın Mistik Boyutları, Çev: Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul: 2004, sh. 231
2) Prof. Dr. Süleyman Uludağ, İbn Arabî, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, sh. 132-133
3) Mahmud Erol Kılıç, Şeyh-i Ekber, Sufi Kitap, İstanbul: 2009, sh. 304
4) Rabia Christine Brodbeck, Fakra Övgü, Sufi Kitap, İstanbul: 2010, sh. 91
5) Sadreddin Konevî, Fusûsü’l-Hikem’in Sırları, tercüme: Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul: 2009, sh. 150-152
6) Abdülkerîm Cîlî, Hakîkat-i Muhammediye, çev: Muhammed Bedirhan, Nefes Yayınları, İstanbul: 2010, sh. 11
7) Mahmud Erol Kılıç, Şeyh-i Ekber, Sufi Kitap, İstanbul: 2009, sh. 307