Şu yalan dünyâya bizden önce niceleri geldi, yaşadı, göçtü ve gitti. Arkasından iz bırakanlar olduğu gibi silinip gidenler de oldu. Dünya iki kapılı han gibi… Bir taraftan girenler diğer taraftan çıkanlar… Ama han yâni dünya bugüne kadar hep doldu doldu, taştı. Güneşin dürüleceği, aydınlığın tümüyle kaybolacağı ânâ kadar da bu böyle devam edecektir. Kimileri aydınlık dünyâda o aydınlığa ilâveten Kur’ân’ın ışığından, Peygamberî nûrun şûlesinden istifâde ederek hem dünyâsını hem ukbâsını aydın edecek kâidelere yüreğini ve gönlünü açarak aydınlananlardan oldu. Kimileri de sâdece dünya hayâtını gününü gün etmekte gördü, geçici dünya hayâtına dört kolla sarıldı; ‘dünyam-dünyam’ diyerek dünyâsını da, ukbâsını da karanlığa gömdü.
Kâinâtın son nur hâlesi, Şaban ayının Sultânı, Hz. Muhammed aleyhissalâtu vesselam idi. O nur hâlesinden istifâdelenmemek ne büyük bir körlüktü. Allah Azze ve Cel Müslümanlara O’nu örnek almamızı ve dünyâdaki en güzel örneğin O aleyhisselam olduğunu bize bildirdi. (Ahzab, 21) Ruh mayasında temizlik ve berraklık olanlar O’nun nur hâlesine koştular, O’nun ışığından faydalanarak kutsî insanlar safına girdiler. İzince gittiler, aldanmayanlardan oldular, ebedi saadete kavuştular. Onca gerçek, O nur hâlesini haykırırken başını kuma gömen karanlık ruhlular ise bedbahtlar safına girdiler.
Hiç sona ermeyecek gibi görülen şu aldatıcı dünya hayâtına birçok peygamber ve birçok ümmet gelmiş gelmiştir. Şu içi boş aldatıcı dünyâya niceleri geldiler, bir kuş misâli kondular, uçtular ve göçüp gittiler. Her peygamberin müntesipleri bulundu, sevenleri ve sevmeyenleri oldu. Ancak son Peygambere kadar hiçbir ümmet peygamberini böylesine sevmedi. Şaban ayının nur şûlesi Hz.Muhammed aleyhissalâtu vesselam ümmeti tarafından ölesiye sevildi.
Asrı saadet devrinde yaşayan ashâbı kiram efendilerimiz, O’nun uğruna, düğüne gider gibi ölüme gittiler. O’nun yoluna başlarını, mallarını, tatlı canlarını kurban ettiler. O efendiler Efendisi ‘dur’ dedi durdular, ‘git’ dedi gittiler, ‘yapma’ dedi kaçındılar. Onlar âdeta ölüme meydan okudular. Ömürlerini O aleyhissalâtu vesselâm’ın yoluna serdiler. Ashâbı kiram ince bir ruh kıvâmıyla kendilerini yoğuran, pişiren sonra da olgunlaştıran Peygamberini derin bir muhabbetle sevdi. Bu eşi benzeri görülmemiş aşkın bir sevgi seliydi.
Diğer peygamberlerin hiçbirine nasip olmamıştı bu engin sevgi göstergesi. Hz. Musa (A.S) ümmetini kutsal topraklara girmek için savaşmaya dâvet ettiğinde onlar: “Ey Musa! Sen ve Rabb’in gidin savaşın; biz burada oturacağız.” (Mâide, 24) dediler ve peygamberlerine itaat etmeyerek O’nu bir başına bıraktılar. Oysaki Efendiler Efendisi son Peygamber Muhammed aleyhisselam Bedir savaşına gitmeden önce sahabe arkadaşlarıyla yaptığı istişâre sonucu Ensar’dan Sa’d İbni Muaz O’na; ‘Biz Sana imân ettik, Seni tastık ettik. Bize getirdiğin dînin hak olduğunu bütün varlığımızla kabul ettik, Seni dinleyip Sana itaat etmek üzere Sana söz verdik. Ya Rasûllallah! Nasıl uygun görüyorsan öyle yap. Biz Seninle birlikteyiz. Seni hak din ile Kur’an ile gönderen Allâh’a yemin ederim ki; Sen bize denizi gösterip dalsan, biz de Seninle birlikte dalarız.’ Dedi. Bu ne mükemmel bir iman anlayışı! Be ne müthiş bir muhabbet sevdâsı!
İşte bu anlayışla hareket edenler, Kurânı Kerim’de; “Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (1) hitâbıyla müjdelenmişlerdir.
Onlar böylesi bir sevgi anlayışıyla dünyânın en kıymetli, en özel şahsiyetleri oldular. Halbuki onların da geçmiş yaşantıları bizler gibi yanlışlıklarla, eğriliklerle dolu idi. Onlar kendi varlıklarından bir parça olan kız çocuklarını diri diri toprağa gömebilecek kadar câhiliye âdetlerinin kölesi olmuşlardı. Koca Hz. Ömer de onlardan biriydi. O devirlerde köleleri, kadınları ayrımcılığa tâbi tutarak insan yerine koymama, haysiyetlerini zedeleme, güçsüz ve zayıflara değer vermeme, fakiri-soylu olmayanı hor ve hakir görme anlayışı hâkimdi. Ufacık münâkaşalarla işi zâlimlik derecesine vardıran, son derce müsamâhasız, katı ve kaba davranışlar toplum genelinde yaygındı. İşte bu yanlışlıklar ve çirkinlikler içinde bunalan insanlar O kâniât güneşinin ışığıyla aydınlandılar.
O eşsiz nur hâlesiyle eğrilikler yerini doğruluklara bıraktı. Ezilenlere, zulüm görenlere, güçsüzlere, muhtaçlara haklar iâde edildi. Kötülükler iyiliklere, çirkinlikler güzelliğe inkilâp etti. O Şaban ayının nur şûlesinin getirdiği sönmeyen nur ile tüm karanlıklar aydınlığa dönüştü. Kalpler O’nun nûruyla aydınlandı. Karanlık yollara ışıklar döşendi. Ruhlarda ebediyet nûrunun meşalesi yandı. Zifiri karanlık şafaklar hep devam edecek aydınlık sabahlara uyandı. O aydınlık nur kıyâmete kadar hiç solmayacak inşaALLAH.
----------
1) Nisa, 69