Gai Eaton (Hasan Abdülhakim) Tanrı’yı Hatırlamak kitabında bir hikâye anlatır:
“Uzun seneler Tanrı’yı bulmak için bir mağarada inzivaya çekilmiş bir zâhid varmış. Çile ve meşakkatle geçen hayatının sonunda umutsuzca mağaranın duvarına şu sözleri kazımış: “God is nowhere (Tanrı hiçbir yerde).” Sonra kalkıp dünyaya, ya da belki de ölümüne, koşmuş. Bir müddet sonra genç bir çoban mağaraya sığınmış. Çocuğun fazla okuma yazması yokmuş, zahidin ardında bıraktığı hiçlik şehadetini zorlukla okumaya çalışmış: “N-O-W (şimdi).” Bir süre soluklanıp yazının kalanını okumaya devam etmiş: “H-E-R-E (burada).” Birden zihninde şimşek çakmış, kalbi sevinçle dolmuş. Bulmuş. “Tanrı şimdi!” “Tanrı burada!” Zahidin boş yere çabaladığı sonuca bir çırpıda ulaşmış.” (Gaı Eaton, Tanrı’yı Hatırlamak İslâm Üzerine Düşünceler, İnsan Yayınları, 2015, sf. 180)
Çok sarsıcı bir hikâye. Hayat kelimelerden ibaret. Ama kelimeleri (hadiseleri, insanları, varlığı) muhtemelen eksik, yanlış okumuşuzdur. Belki değiştirme ve eklemeler, yer farklılığı, bazı kelimelerin, ünlü(!) harflerin (yakadan) düşmesi; cümle’den, mağaradan çıkmak, biraz havalanmak gerekmektedir.
Çoğumuz geriye bakıp düşündüğümüzde; Cenab-ı Hakk’ın yardımlarını lütuflarını hatırlayabiliriz. Gözümüzü kapatsak bile, mutlaka bize ulaşmıştır.
Yoksa, bir kısmını özellerimizle beslediğimiz büyüttüğümüz onca sıkıntıdan; dünyevî zulümden ıstıraptan, şoklardan, ölüp ölüp dirildiğimiz anlardan sonra nasıl hayatta / sağ kalırdık. Keyiflenir eğlenir, yer içer, planlar yapardık.
Ne acılar çektik fakat itiraf etmeli, güldük de… Verileni, bahşedileni beğenmesek dahi, kısmî mutluluklarımız oldu. Nice hayaller kuruldu, şahsımız sevdiklerimiz üstüne. Ümitler yeşerdi. Uzun emellerle, tutkulu listelerle sıkışık(!) evrende yer tutuldu.
Kalp hüzünle, öfkeyle kabarmışken bir şey yatıştırdı. Ağırlık hafifledi ya da kalktı. Hop oturmuş hop kalkmış zihin dağıldı. O, aslında hep buradaydı.
…
Görme, düşünme ve okuma biçimleri üzerine olan bu hikâyeye değişik yorumlar da getirebiliriz. Güç elde eden insanın bakışı, düşüp kal(k)ması, yürüyüşü de değişebilir.
Okuduğunu, gördüğünü sandığı ilahî levhalarda, Tanrı’yı amacına hizmet ettirir. Mesela tartışmasız, egemenin, siyasetçinin yanındadır. Düzenini nefsaniyetine, putlarına göre kurar ve esasen insanlara değil, aslî değerlerine düzen kurar.
İbadet bazen takıntı olur, gurur verir. İlim, mevki mansıp görüşü perdeler. Yol evirilip, sapar; Gönül ucubun, ucubenin, enaniyetin tahtı haline gelir.
Kiminde yalnızca sözcükler değil, cümleleri de, kutsal kitapları da eğip bükeriz.
Yeni kara(lanmış) sayfalara, çıkmazlara götürür bizi okuduklarımız ve siyahî kaderlere, gizli körlüklere…
Gai Eaton bir şeye daha dikkat çeker. Âşık olan insan, hayalini her an gezdirir.
Kafamızda bir mesele varken de işlerimizi yaparız. “Ellerim kârda, gönlüm hep Yarda” denilen hal, biraz daha ileri bir merhaleyi işaret eder. Daimi bir arama bul(uş)ma vaziyeti. Neticede Rab karşılık verir, ihsanda bulunur.
Hikâye biraz Hz. Musa- Çoban kıssasını hatırlatır.
Hasan Abdülhakim, konuyla ilgili, şunları söyler:
“...Tanrı kendisine aracı olarak ve en büyük mükâfatlar için bizim değersiz sandığımız kadın ve erkekleri seçer; Çünkü O’nun adaleti ve ölçüsü bizimkiler gibi değildir. Kur’ân’da buyurulur ki: ‘O, kendisine atfettiğiniz her şeyden daha yücedir”.
“Kocakarı imanından” bahsedenler vardır söz gelişi. Bilgisizliğe, cehalete övgü değildir kuşkusuz.
“O söylediyse şeksiz şüphesiz doğrudur” diye buyuran güzideler mevcut. Ancak bunu diyen kimdi ve karşısındaki hangi muazzez şahsiyetti.
Sorgu nerede biter başlar. Tanrı’ya kızılır, küsülür mü? “Hiç düşünmez misiniz” buyruğu nerede, kaç yerde geçer.
Herkes “Dağlar ile taşlar ile.. Mevla çağırabilir mi” arayabilir mi?
Bir “varlık” vehmiyle seslenir, bağırır çağırırken(!) neleri yanımıza alırız. Bir adet laptop, zikirmatik, bulamaç ezik kalp, Yusuf’un rüyaları, Efendimiz’in (S.A.V.) duaları, günah işleme özgürlüğü, tik tak tik. Hangisi?
İtiraf etmeli, iç yüzümüzü saklamadan aslında kimleri özleriz, kalbimize yükleriz.
Bütün zevkleri dibine kadar gidip tüketmeye bakarken; sahip olduğumuzu sandığımız tüm nimetleri değersizleştirir, saptırır, yoldan çıkarken; kirli bir benlikten başka neyin peşine düşmüşüz ki Allah’ı arıyoruz.
Fakat şimdi, fazla soru sormaya, düşünmeye gerek yok.