Yazar Hanımefendi Kitap ve Dergiler konulu yazımı okuyan Sayın İhsan Yavuz kardeşimiz herhalde gençlerden olacak ki…
Gönderdiği Mail de “Yazı içinde yaşamınızdan kısa bir nostalji vermektesiniz. O günlerdeki okuyabildiğiniz dergiler yanında Camide kütüphane derken cami yanında kitaplık mı vardı? Yoksa içinde ise, namaz nerede kılınıyordu daha geniş bilgiler verirseniz merakımızı gidermiş bilgi edinmiş oluruz…” diyordu.
Sadece bu okuyucumuz değil birkaç okuyucu daha cami üzerinde duruyor “…Cami içi kütüphane nasıl olur…” maili ile açıklamamı istemekte idiler.
Okuyucumuz ve diğerlerinin bu istemini yerine getirmek bizlerin vazifesi olmalı ama. Öncelikle de bir hususa dikkatinizi çekmek isterim.
Anlattıklarım, okuma sevgisini konusunu içermesi için bizzat yaşamımda ki oluşumların kapsamı olması yönünden kendimi övmek düşüncesi ile değil, yaşıtlarımın (80) çocukluğunda olan yaklaşık hayat öyküsü olarak, samimiyet içinde anlatımı olmaktadır.
***
Hayatı, dağlık köylerde tek başına beş sınıflı okulda öğretim veren Rahmetli Babam Hasan Hüseyin Güldağ’ın okuma sevgisi aşılaması ön planda gelir.
İlk okuma isteğim hatıralarımda yer eden dört-beş yaşlarımda başlar.
Konya-Hadim-Gaziler köyü ilkokulunda, öğretmenin oğlu olarak okula gider sınıf sıralarına otururdum.
Beş yaşımda iken yine birinci sınıf sıralarında çocuklarla otururken, zamanın alfabesini de onlarla beraber okumaya çalıştığım sırada babam içeri girmiş okuma dersine başlamıştı.
Sıra ile okuturken beni de görünce gülümseyerek “Sende 0kuyabilir misin?” sorusuna “Evet” cevabı alınca birazda hayret içinde “Oku bakalım” deyivermişti.
Bu arada belirteyim. Evde Alfabe ve birinci sınıf okuma kitabı vardı ama babam karşısına alıp okutma işlemi falan yapmamıştı. Çocuklardan almakta idim öğrenmeyi.
“Abla top at…” gibi sayfayı eksiksiz okuyunca hayret edip, “Birde aşağıdan yukarıya oku” deyiverince gözüm bir şey görememiş gibi olup okuyamamıştım. Demek ki ezberden okumuştum.
Bunu anlayan ve bir tek evladı olan beş yaşlarındaki bendenize, okkalı bir şamar aksederek, “Asla ezberleme. Öğrenerek oku…” demişti.
Bugün beş tane çocukları bile olsa kıyamayan ebeveynlerin asla yapamayacağı bu şamar, hayatımda ki başarılarıma vesile oldu. Asla ezberleme kopyalama yapmadan, aslını öğrendim araştırdım daima.
***
Konya ile irtibatı, bu günün mükemmel yolları mafiş ve vasıtalardan mahrum, sadece hayvan ile gelip gidilen bu dağlık köydeki öğretmen babam, Konya şehrine on beş gün aralıkla gidiş geliş yapan Kalınağıl köylülerine sipariş vererek ÇEK’nun çıkardığı “ÇOCUK” mecmuası, Cumhuriyet gazetesi (o günlerde bu gazete “Gazete” idi. Şimdiki maneviyat aleyhtar ve karışıklığa özen gösterenlerden değildi.) Konya halkevinin çıkardığı Ülkü mecmualarını getirttirirdi.
Bunları zevkle okurdum küçük yaşlarımda. Daha sonra. Okusun diye merkebi ile köye gelen bir çerçiden (çeşitli mal satışı yapan) arada bir zamanın kitapları olan “Hz. Ali” maceraları “Arzu ile Kamber. Ferhat ile Şirin” gibi ufak kitapları bana alırdı. Tabii bütçesi elverdikçe…
Çok iyi hatırlarım. Dokuz yaş dolayında iken oturduğumuz evin altındaki köy misafir odasına bir çerçi gelmişti. Babamın kesesi elvermediği için. Şimdi cepleri bolca harçlıklı olanlara karşı bizde kuruş olmazdı.
Çerçi amcanın serdiği kitaplara baktığımı ve bir ikisini okumaya çalıştığımı gören çerçi amca “Hangisini almak istersin” sorusuna “Alamam param yok” deyince şöyle bir bana bakıp. “Tamam, akşam olurken al götür kirletmeden okur sabaha getirirsin para falan istemez” deyince akşama doğru kitapları alarak sevinçle koşmuştum eve.
Mali durumu elvermeyen babam “nereden aldın bunları nasıl öderim ben” deyip kitapları da alarak iade için hemen çerçi amcaya gitmişti, “Alma gücüm yok” demeyi yeğlemeyip “Neye verdin çocuğa bunları” deyip iade etme istediğinde, “Hocam çocuğun okuma sevgisini gördüm satış için değil akşamleyin okusun diye verdim. Varsın okusun getirsin” cevabını almıştı.
Konya’ya geldiğimiz yaz aylarında ise haftalık Yavrutürk (2 krş), 1001 Roman (5 krş) abonesiydim sanki.
Bilhassa isimsiz olarak hafta da bir çıkan “1001 roman” mecmuasında (Dergiye Mecmua denirdi o zamanlar) Kemalettin Tuğcu’nun devam eden öykü yazımlarını okumak için hafta başını heyecanla beklerdim. Halen bu mecmuanın bir cildi mevcut bendenizde.
Aynı mecmua içinde Kızıl Maske, Maskeli Süvari, Feza da uçup gaz silahı ile savaşan Baytekin vb. de geri kalmazdı.
Konya’da devamlı kalmaya başladığım Orta tahsil günlerimde başladı kütüphanede okuma istemi bendeniz de.
1940’lı yılları şimdi yerinde yeller esen Halkevi binasında ki kütüphane olan geniş salonda başlamıştım okumaya.
Daha evveli yıllarda olsa gerek. Bir Milli Kütüphane olduğuna ait fotoğraf varsa da bizler göremedik ve bilememiş olduk nedense!
Ayrıca, Konya Kayalı Park güneyi PTT binası yanında ki Hacı Hasan Camiinde namaz kılınması 1940 da paydos edilmiş, mihrap vb. kaldırılıp boş salon haline getirilmiş kitap rafları kitaplarla doldurulup orta yere tahta masa uzatılmış yine tahta sandalyeler konularak resmî İl Milli Kütüphanesi olarak hizmet verdirilmişti.
Kütüphane olarak kullanıldığı yıllar buranın okuma müdavimlerindendim. Burada ki daha geniş yerli ve yabancı Edebiyat kitapları bulunması yararlı oluyordu.
Halide Edip Adıvar, Emile Zola, Mukerrem Kamil Su, Mahmut Yesari vb. gibi değerli edebiyatçılarımızın kitaplarını okumakla beraber, dışarıda da Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt gibi değerli yazarların Aşk romanlarını da elden bırakmayanlardandım.
1950 de DP iktidarı Halkevi kütüphanesine taşıyarak orayı resmileştirmiş. Camiyi de ibadet yapılacak şekline getirmişti.
1954 de bu gün Anıt da bulunan ve Tiyatro olarak hizmet veren bina Milli Kütüphane olarak yapılmış, yıllarca devam ederken Mevlâna Enstitüsü olarak yapılan yeni binaya taşınmış ve devam etmekte.
***
Ayrıca, İplikçi Camii batısı cadde devamı yerde daracık dükkânı olan, eski yeni kitaplar satan Rahmetli Hafız ve Mevlithan Arif Etik ile Türbe caddesinde kardeşi Rahmetli Abdurrahman Etik den on krş.’ a Osmanlıca (eski) yazılı macera ve roman kitaplarını kiralık olarak alır okur tekrar verirdim.
Önceki yazımı okuyan Antalya Ay Yıldız gazetesi editörü Sayın Döndü Çolak Hanımefendi nostaljim üzerinde sohbet ederken “Bende okumayı sevmekte ve geç vakitlere kadar kitap okumak isterken, annem darılırdı” deyince başımdan geçenleri anlatmıştım.
Gençlik zamanımızda Roman okuyan birkaç genç nedense intihar etmişler. Bu intiharların Roman okumasından olduğunu beyinlerine sokan ebeveynler çocuklarına Roman okutturmamaya çalışırlardı.
Bundan bende payımı almış evde Roman ve macera kitaplarından Osmanlıcaları rahat, Türkçe yazımlıları gizli okuyabilirdim.
Öyle ki “Arsen Lüpen” kitabını sokaktaki elektrik direği altında okurken yakalardı Rahmetli annem. Evde zaten gaz lambası vardı o zamanlar.
Ama Osmanlı yani eski yazıyı okuyan Rahmetli dayım, Osmanlıca yazımlı “Sherlok Holmes” maceraları olan kocaman kitabı görünce alıp sobaya atıvermişti!.
Tabii onlarda sonraları anladılar hatalarını ve teşvik bile ettiler ki haylice kitabım olmuştu zamanla.
***
Bizim zamanımız okuma istemi ile dolu idi. Şimdileri mi?
Olsa da azalmakta gibi görülüyor. Bilgisayarların başından kalkmıyor çoğu gençlerimiz. Yani oradan okuyorlar. Tabii sohbet (!) ve oyun için kullananlar ayrı…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğiyle…
Gönderdiği Mail de “Yazı içinde yaşamınızdan kısa bir nostalji vermektesiniz. O günlerdeki okuyabildiğiniz dergiler yanında Camide kütüphane derken cami yanında kitaplık mı vardı? Yoksa içinde ise, namaz nerede kılınıyordu daha geniş bilgiler verirseniz merakımızı gidermiş bilgi edinmiş oluruz…” diyordu.
Sadece bu okuyucumuz değil birkaç okuyucu daha cami üzerinde duruyor “…Cami içi kütüphane nasıl olur…” maili ile açıklamamı istemekte idiler.
Okuyucumuz ve diğerlerinin bu istemini yerine getirmek bizlerin vazifesi olmalı ama. Öncelikle de bir hususa dikkatinizi çekmek isterim.
Anlattıklarım, okuma sevgisini konusunu içermesi için bizzat yaşamımda ki oluşumların kapsamı olması yönünden kendimi övmek düşüncesi ile değil, yaşıtlarımın (80) çocukluğunda olan yaklaşık hayat öyküsü olarak, samimiyet içinde anlatımı olmaktadır.
***
Hayatı, dağlık köylerde tek başına beş sınıflı okulda öğretim veren Rahmetli Babam Hasan Hüseyin Güldağ’ın okuma sevgisi aşılaması ön planda gelir.
İlk okuma isteğim hatıralarımda yer eden dört-beş yaşlarımda başlar.
Konya-Hadim-Gaziler köyü ilkokulunda, öğretmenin oğlu olarak okula gider sınıf sıralarına otururdum.
Beş yaşımda iken yine birinci sınıf sıralarında çocuklarla otururken, zamanın alfabesini de onlarla beraber okumaya çalıştığım sırada babam içeri girmiş okuma dersine başlamıştı.
Sıra ile okuturken beni de görünce gülümseyerek “Sende 0kuyabilir misin?” sorusuna “Evet” cevabı alınca birazda hayret içinde “Oku bakalım” deyivermişti.
Bu arada belirteyim. Evde Alfabe ve birinci sınıf okuma kitabı vardı ama babam karşısına alıp okutma işlemi falan yapmamıştı. Çocuklardan almakta idim öğrenmeyi.
“Abla top at…” gibi sayfayı eksiksiz okuyunca hayret edip, “Birde aşağıdan yukarıya oku” deyiverince gözüm bir şey görememiş gibi olup okuyamamıştım. Demek ki ezberden okumuştum.
Bunu anlayan ve bir tek evladı olan beş yaşlarındaki bendenize, okkalı bir şamar aksederek, “Asla ezberleme. Öğrenerek oku…” demişti.
Bugün beş tane çocukları bile olsa kıyamayan ebeveynlerin asla yapamayacağı bu şamar, hayatımda ki başarılarıma vesile oldu. Asla ezberleme kopyalama yapmadan, aslını öğrendim araştırdım daima.
***
Konya ile irtibatı, bu günün mükemmel yolları mafiş ve vasıtalardan mahrum, sadece hayvan ile gelip gidilen bu dağlık köydeki öğretmen babam, Konya şehrine on beş gün aralıkla gidiş geliş yapan Kalınağıl köylülerine sipariş vererek ÇEK’nun çıkardığı “ÇOCUK” mecmuası, Cumhuriyet gazetesi (o günlerde bu gazete “Gazete” idi. Şimdiki maneviyat aleyhtar ve karışıklığa özen gösterenlerden değildi.) Konya halkevinin çıkardığı Ülkü mecmualarını getirttirirdi.
Bunları zevkle okurdum küçük yaşlarımda. Daha sonra. Okusun diye merkebi ile köye gelen bir çerçiden (çeşitli mal satışı yapan) arada bir zamanın kitapları olan “Hz. Ali” maceraları “Arzu ile Kamber. Ferhat ile Şirin” gibi ufak kitapları bana alırdı. Tabii bütçesi elverdikçe…
Çok iyi hatırlarım. Dokuz yaş dolayında iken oturduğumuz evin altındaki köy misafir odasına bir çerçi gelmişti. Babamın kesesi elvermediği için. Şimdi cepleri bolca harçlıklı olanlara karşı bizde kuruş olmazdı.
Çerçi amcanın serdiği kitaplara baktığımı ve bir ikisini okumaya çalıştığımı gören çerçi amca “Hangisini almak istersin” sorusuna “Alamam param yok” deyince şöyle bir bana bakıp. “Tamam, akşam olurken al götür kirletmeden okur sabaha getirirsin para falan istemez” deyince akşama doğru kitapları alarak sevinçle koşmuştum eve.
Mali durumu elvermeyen babam “nereden aldın bunları nasıl öderim ben” deyip kitapları da alarak iade için hemen çerçi amcaya gitmişti, “Alma gücüm yok” demeyi yeğlemeyip “Neye verdin çocuğa bunları” deyip iade etme istediğinde, “Hocam çocuğun okuma sevgisini gördüm satış için değil akşamleyin okusun diye verdim. Varsın okusun getirsin” cevabını almıştı.
Konya’ya geldiğimiz yaz aylarında ise haftalık Yavrutürk (2 krş), 1001 Roman (5 krş) abonesiydim sanki.
Bilhassa isimsiz olarak hafta da bir çıkan “1001 roman” mecmuasında (Dergiye Mecmua denirdi o zamanlar) Kemalettin Tuğcu’nun devam eden öykü yazımlarını okumak için hafta başını heyecanla beklerdim. Halen bu mecmuanın bir cildi mevcut bendenizde.
Aynı mecmua içinde Kızıl Maske, Maskeli Süvari, Feza da uçup gaz silahı ile savaşan Baytekin vb. de geri kalmazdı.
Konya’da devamlı kalmaya başladığım Orta tahsil günlerimde başladı kütüphanede okuma istemi bendeniz de.
1940’lı yılları şimdi yerinde yeller esen Halkevi binasında ki kütüphane olan geniş salonda başlamıştım okumaya.
Daha evveli yıllarda olsa gerek. Bir Milli Kütüphane olduğuna ait fotoğraf varsa da bizler göremedik ve bilememiş olduk nedense!
Ayrıca, Konya Kayalı Park güneyi PTT binası yanında ki Hacı Hasan Camiinde namaz kılınması 1940 da paydos edilmiş, mihrap vb. kaldırılıp boş salon haline getirilmiş kitap rafları kitaplarla doldurulup orta yere tahta masa uzatılmış yine tahta sandalyeler konularak resmî İl Milli Kütüphanesi olarak hizmet verdirilmişti.
Kütüphane olarak kullanıldığı yıllar buranın okuma müdavimlerindendim. Burada ki daha geniş yerli ve yabancı Edebiyat kitapları bulunması yararlı oluyordu.
Halide Edip Adıvar, Emile Zola, Mukerrem Kamil Su, Mahmut Yesari vb. gibi değerli edebiyatçılarımızın kitaplarını okumakla beraber, dışarıda da Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt gibi değerli yazarların Aşk romanlarını da elden bırakmayanlardandım.
1950 de DP iktidarı Halkevi kütüphanesine taşıyarak orayı resmileştirmiş. Camiyi de ibadet yapılacak şekline getirmişti.
1954 de bu gün Anıt da bulunan ve Tiyatro olarak hizmet veren bina Milli Kütüphane olarak yapılmış, yıllarca devam ederken Mevlâna Enstitüsü olarak yapılan yeni binaya taşınmış ve devam etmekte.
***
Ayrıca, İplikçi Camii batısı cadde devamı yerde daracık dükkânı olan, eski yeni kitaplar satan Rahmetli Hafız ve Mevlithan Arif Etik ile Türbe caddesinde kardeşi Rahmetli Abdurrahman Etik den on krş.’ a Osmanlıca (eski) yazılı macera ve roman kitaplarını kiralık olarak alır okur tekrar verirdim.
Önceki yazımı okuyan Antalya Ay Yıldız gazetesi editörü Sayın Döndü Çolak Hanımefendi nostaljim üzerinde sohbet ederken “Bende okumayı sevmekte ve geç vakitlere kadar kitap okumak isterken, annem darılırdı” deyince başımdan geçenleri anlatmıştım.
Gençlik zamanımızda Roman okuyan birkaç genç nedense intihar etmişler. Bu intiharların Roman okumasından olduğunu beyinlerine sokan ebeveynler çocuklarına Roman okutturmamaya çalışırlardı.
Bundan bende payımı almış evde Roman ve macera kitaplarından Osmanlıcaları rahat, Türkçe yazımlıları gizli okuyabilirdim.
Öyle ki “Arsen Lüpen” kitabını sokaktaki elektrik direği altında okurken yakalardı Rahmetli annem. Evde zaten gaz lambası vardı o zamanlar.
Ama Osmanlı yani eski yazıyı okuyan Rahmetli dayım, Osmanlıca yazımlı “Sherlok Holmes” maceraları olan kocaman kitabı görünce alıp sobaya atıvermişti!.
Tabii onlarda sonraları anladılar hatalarını ve teşvik bile ettiler ki haylice kitabım olmuştu zamanla.
***
Bizim zamanımız okuma istemi ile dolu idi. Şimdileri mi?
Olsa da azalmakta gibi görülüyor. Bilgisayarların başından kalkmıyor çoğu gençlerimiz. Yani oradan okuyorlar. Tabii sohbet (!) ve oyun için kullananlar ayrı…
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğiyle…